14 Mart 2008 Cuma

İnsan Kaynakları - Oyun – 3. Perde (3/3)

Selin, Gökhan, Kerem

Sorgu Odası

Evrim iceride bekliyordur. Kerem iceri girer.

Evrim:

Sohbetiniz bol olsun. Cinayet zanlisini bekletecek kadar onemli isleriniz vardi umarim.

Kerem:

Sizi cinayet zanlisi olarak görmüyoruz, Evrim Hanim.

Evrim:

Öyle mi? Ilginc. Bu görüsünüzü... Ortaklarimla da paylastiniz mi? Biraz önce tam tersi bir izlenim birakmak icin özel caba harcadiniz.

Kerem sakince dinlemeye devam eder.

Evrim:

Benden ne istiyorsunuz?

Kerem:

Sadece biraz sohbet etmek.

Evrim:

Sonra elimi kolumu sallaya sallaya cikacagim buradan, öyle mi?

Kerem:

Bu size bagli.

Evrim:

Sartlandirmalari unutacagiz?

Kerem:

Unutabiliriz.

Evrim:

Konusalim o zaman. Konu nedir?

Kerem:

One Family!

Evrim:

Müthis bir arastirmacisiniz. Etkilendim.

Kerem:

Arama emriyle cok zor olmadi, kabul.

Evrim:

Tabii uzmanlar getirildi, kasalar ve sifreler kirildi, bilgisayarara ela tildi, yedeklemeler incelendi...

Kerem:

Asil ben etkilendim. Bunu ortaklarinizdan saklamayi basarmissiniz bunca zaman.

Evrim:

Ne istiyorsunuz?

Kerem:

Bize yaptiklarinizi anlatmanizi...

Evrim:

Ne istiyorsunuz?

Kerem:

Yaptiklarinizi...

Evrim:

O kadarini anladim. Sonra?

Kerem:

Tam olarak ne istedigimiz sohbetimiz sirasinda sekillenecek.

Evrim:

Bos vaatlere devam.

Kerem:

Gercek bu.

Evrim:

Bana kendinizden bahsedin.

Kerem:

Efendim.

Evrim:

Konusacagim. Durumumum farkindayim. Konusmazsam, beni meslektaslarim arasinda utanc verici bir konuma düsürebilirisiniz. Yoga sertifikami aldigim ruhani topluluga leke sürebilirsiniz. Hatta sirketlerimin faaliyet alanlarini carpitip, beni ve hatta üyelerimizi belli basli dinci-ahlakci-milliyetci gruplara yem edebilirsiniz. Su anda konusmamak icin olabildiginde kötü bir konumdayim.

Kerem:

Bizi canavarlastirdiniz.

Evrim:

Sizi kibar santajlar etmekten kurtardim.

Konusmadan önce kimlerle ve nicin konustugumu bilmek istiyorum. Konusmamin ne gibi bir yarari olacagini da tabii...

Kerem:

Of, of... Gökhan Beyde daha kolaydi isimiz.

Evrim:

Onun konusacak nesi vardi

Kerem:

O da bir Geisha sirketi kurmus.

Evrim:

Vay maco vay... Cok güzel... Selin ne sirketi kurmus?

Kerem:

O Alter-Native’le yetinmis anladigimiz kadariyla.

Evrim:

Tek basina bir sey yapamaz o zaten.

Kerem:

Agir bir yargi...

Evrim:

Gördügüm bu. Hic bir seye karsi duyarli degildir: Ulkesi, insanlik, dunyanin gidisati... Ne cöp ayirir, ne suyu hesapli kullanir, ne alisveriste dikkatlidir, ne de... Ne bileyim iste... Sadecce arkadaslarini ve sevgililerini kilitler bir suru kuralla. Sanki hic bir degeri yoktur dogum gunlerini hatirlamanin ötesinde... Yüzeyseldir. Sanirim asamadigi bir olay da var gecmisten... Basindan beri Gökhan ile birlikte oldugu icin, Alter-Native testlerine girmesine gerek yoktu. Yoksa bunu da ortaya cikarirdim...

Kerem:

Bir ortaktan bahsediyorsunuz, birlikte is kurdugunuz birinden.

Evrim:

Gökhan Selin’i bana Alter-Native fikri ile eszamanli tanistirdi. Selin’den hoslanmamistim, ama fikir cok iyiydi. Bir de ikisi bu fikri ilk uygulayan cift olarak cok önemliydi. Yoksa, Gökhan’a düsündügümü söylerdim. Hep icim rahatsizdi Selin’e bu ise girmis olmaktan. Sanki ters bir aninda hepimizi satarmis gibi hissederdim. Prensibi, tutarli bir cizgisi olmayan bir kizdi. Kendi capinda rahat, cilgin ve özgur bir kizdi, o sekilde etkilemis Gökhan’i. Bir zamanlar gercekten asikti ona. Ama ask zaten budur, karsindakinin sadece iyi yönlerini görmeye programlandigin bir dönem.

Kerem:

Gökhan’i okuldan taniyorsunuz...

Evrim:

Liseden, evet. Gökhan’i iyi bilirim, özgür bir adamdir, ama ayagi yere basar. Belli bir cizgisi vardir, sagi solu bellidir.

Kesinlikle yabanci film ve muziklerde orijinal urun almaz örnegin.

Kerem:

Bu iyi bir sey mi?

Evrim:

Mükemmel bir sey. Yani zaten ekonomik durum bircogumunuzu buna yapmaya zorluyor, ama bunu prensipte yapmak... Her seyden önce alinan her orijinal eserle ABD ya da Ingiltere’ye bir sekilde bir para akisi oluyor. O para da o ülkelerde vergilendiriliyor. Yani dolayli olarak Irak Savasi basta olmak üzere, bu ülkelerin utanmazca sürdürdükleri yayilmaci politikalari destekleniyor. Buna sponsor olunuyor.

Zaten telif hakki, Batinin yeni sömürme politikalarinin bir ayagi. Hem kültürlerini satiyorlar, hem de üstüne para istiyorlar. Gözleri doysun...

Kerem:

Anti-Amerikanci miyiz?

Evrim:

Ben hic bir uluslararasi hüküm tanimadan ve tüm kültürleri yok sayarak, sadece dünya kaynaklarindan daha coguna sahip olmak adina her seyi yapabilecek sömürgeci ruha karsiyim. Su anda bu bayragi ABD devralmis durumda. Bugün destegim Cin ve Avrupa’dan yana, yarin o da degisebilir.

Kerem:

Evet, degisebilir.

Evrim:

Evet, ABD’nin dünya imparatorlugu bittigi zaman.

Kerem:

Belki daha da önce.

Evrim:

Evet, Amerikali bir adama asik olurum ve bütün fikrim degisir, degil mi? Bu kadar da basit.

Kerem:

Sizin de askla araniz yok.

Evrim:

Bakiyorum kasla göz arasinda sorgulamamiz basladi bile.

Bakin, One Family, geysa isi degil, geyik yapmiyoruz burada. Ben Gökhan degilim. Isimi sürdürebilme olasiligi benim icin bir yem degil. Tüm santajlarinizi gördüm, yükseltiyorum.

Kerem gayet sakin “buyrun ozaman,

dinliyorum” diyen isareti yapar.

Evrim:

Ilk olarak... Emniyet icinde hangi birimde calisiyorsunuz? Lütfen bana cinayet masasi demeyin...

Kerem:

Cinayet masasindaki arkadaslar alinacaktir.

Evrim:

Arkadas oldugunuzu bile dusunmuyorum.

Kerem:

Ilginc.

Evrim:

Degil! Bir emniyet görevlisi gibi konuşmuyorsunuz! Düşünce tarzınız, sözcük seçiminiz, görgünüz, egitiminiz ve zekanız, affedersiniz, polis profiline yumuyor. Dolayisiyla bos zamanlarinizi onlarla sohbet ederek gecirmeniz cok olasi degil.

Kerem:

Sizin tahmininiz nedir?

Evrim:

Ona göre mi bir sey soyleyeceksiniz? Bu da cok zekice.

Kerem:

Pekala. Faaliyet alanimiz yeni teknolojilerle yapilan yasadisi isler, genellikle türlerinin ilk örnekleri. Teknolojiyi daha genis tanimliyoruz bu arada, elektrik ya da makine ile sinirli degil bu kavram.

Evrim:

Bir cesit elit birim yani. Emniyete mi bagli? Icislerine mi?

Kerem:

Bunun önemi var mi?

Evrim:

Peki... Isinizden örnekler verin o zaman...

Kerem:

Bir stratejik alanim kayit disi ekonomi örnegin: Fal ve degisik öngörücülük örgütlenmeleri, üst tabakalara iliskin kadin ticareti iliskileri...

Evrim:

Bunlara engel mi oluyorsunuz?

Kerem:

Gerektiginde...

Evrim:

Nasil yani magazin kizlarimizin raici düsünce mi örnegin?

Kerem:

Cok yaraticisiniz.

Evrim:

Devam edeyim: Konrolunuz altinda oldugu surece göz yumuyorsunuz bunlara.

Kerem:

Cok gaddarsiniz.

Evrim:

Baska...

Kerem:

Orijinal hirsizlik olaylari. Hirsizlik dedigim de öyle bir yeri girip soyma degil. Örnegin kredi karti numara hirsizliklari, sahte kredi karti ticareti, sahte para, hatta döviz basimi...

Kabul etmeliyim, Türkiye bu konuda cok iyi malzeme sunuyor. Tarihi boyunca da sunmus. Cok yaratici bir genc kesim var. Bu yaratici enerji baska yere akitilsa, Türkiye’nin bir dünya devi olmamasi icin hic bir neden yok.

Evrim:

En büyük hırsızın devlet olduğu bir ülkede sasirmak sacma... Sana parayla tapu satiyor, gün geliyor, degere binmeye baslayinca orayi SIT alani falan ilan ediyor, cebine 2 kurus sikistiriyor, geri aliyor. Orman arazisini salyasi akanlara satiyor. Amcaoglu ihaleleriyle istedigine peskes cekiyor, isler ehil insanlara teslim edilmedigi icin de yapilanlar kisa surede cöküyor, paslaniyor, catliyor, kiriliyor... Bunlarin niye üstüne gitmiyorsunuz ha? Tabii paranizi ödeyenler onlar, degil mi?

Kerem gülümseyerek bakar. Yanit vermez.

Evrim:

Bu ülkeden cikmayacak da dahihane hirsizlar, nereden cikacak?

Kerem serinkanli kalmaya devam eder.

Evrim:

Gizemli bir olay anlatin. Sasirtici bir örnek.

Kerem:

Şantaj sektörü örnegin... Sey, kusura bakmayin, sektör bu baglamda biraz itici oldu... Ama bizim iste, calisma alanlarina “sektör” deriz.

Örnegin gecen ay burada sohbet ettigimiz gencler... Üc kisiler. Hepsi yurtdisinda optik konusunda uzmanlasmislar. Internetten tanisip, ABD’de önce ayni sehre tasiniyorlar, uc yil sonra kesin dönus karari aliyorlar ve hepsi ayni anda Türkiye’ye dönüyor. Meger bunlar bir bulus yapmis: Aynali camin arkasini görüntüleyebilecek bir mercek bulmuslar. Bunun patentini alacaklarina, zor yola girmisler: Istanbul’un aynali camli yeni gökdelenlerinin cevrelerine kurulmuslar, bütün dairelere ayarlamislar mercekleri, 24 saat cekim yapiyorlar. Tabii öncelikli alanlari zengin insanlar. Sevisme sahnelerini yüksek cözünürlükte kaydedip, kesip-dograyip sakliyorlar. Bunu cekilen kisilere yolluyorlar; gelir düzeylerine göre belirledikleri santaj miktarlariyla birlikte.

Evrim:

Gelir düzeyine göre santaj miktari... Sevdım bu cocuklari...

Kerem:

A, tabii... Cok iyi egitimli cocuklar.

Evrim:

Sevismelerin cogu da eminim pencere önünde. Kadin ayakta, erkek arkasinda. Ikisi de asagiya sehir isiklarina bakiyorlar gecede. Bu aynali camli evlerde oturanlarin kacirmadigi bir fantazidir. Hatta bu fantaziyi yasamak icin eve aynali boy cam taktiranlar da vardir.

Kerem:

Manzaraya karsi ne yapsaniz güzel, sevismek de bir istisna degil. Sonra yakalanma riski olmadan teshircilik duygusunu tatmin... Ideal cözüm.

Bu arada dikkatinizi cekerim: Yeni, nami diger yeni nesil “rezidans”larimizin dairelerinin tümü bu sekilde; aynali boy cam. Yani bizim kafadarlar, fikirlerini saklamakla muazzam uyaniklilik yapiyorlar: Dünya capinda ne kadar cok aynali cam kullanilirsa, o kadar cok calisma alani aciliyor onlara. Duyruldugunda da bulus o kadar degerli olacak.

Evrim:

Ne oldu üc kafadarin akibetleri?

Kerem:

O kadari da bize kalsin.

Evrim:

Hayir, yani benim akibetime cikarim yapmak icin...

Kerem:

Size cok net bir teklifte bulunacagim, burada modelinizin ana hatlarini anlatmaniz durumunda, yaptiginiz isi ABD’de sürdürebileceksiniz.

Evrim:

Yooo, hayir... ABD demediniz! ABD demediniz!

Kerem:

Size ayni calisma olanaklarini sunulacak. Cocuklari da götürebilirsiniz. Hatta yenilerini de getirebilirsiniz. Hic bir sinirlama yok... Calisacaginiz cografya disinda.

Evrim:

Konusmayacagim.

Kerem:

Duygusal olarak allak bullak olmanizi anliyorum. Sonucta vataniniz icin yaptiginiz bir hizmette vataninizi terk etmeniz isteniyor. Kolay degil. Ama artık bu topraklarda calismaniz zor. Gereğinden çok kişi Alter-Native’i ögrendi. Sizi hedef tahtası haline getirmek isteyen bir kesim olustu bile emniyette. Ayrica bundan böyle hayatiniz, özellikle de is hayatiniz takip edilyor olacak. Sizleri bir daha “basibos” birakmak polisin de giremeyecegi kadar yüksek bir risk.

Evrim:

Evet, sonunda santajinizi da yaptiniz. Rahatladik mi?

Kerem:

Neden sizi korumak istedigim konusunda bana güvenmiyorsunuz?

Evrim:

Cünkü taslar yerlerine oturmuyor. Biraz önce sorsaniz, size Icislerine bagli calisan bir teknokrat derdim. Su anda daha cok Amerikan Patent Kurumunun yurtdisi temsilcisi gibisiniz. Söylesenize kimsiniz siz ha? Kimin icin calisiyorsunuz? Paranizi kim ödüyor?

Kerem:

(Alayli bir sekilde.) Ayaküstü Amerikali yaptiniz beni.

Evrim:

Amerikan dizi cevirisi Türkcesi kullaniyorsunuz. ‘

Kerem:

Bayagi yararli polisiye diziler yapiyor Ameriklalilar.

Evrim:

Bu dil, fazla dizi seyreden birinin dili degil, ABD’de yasamis biri gibi.

Kerem:

Birlesik Devletlerde egitim gördük, bu dogru.

Evrim:

Hatta Ingilizce dusunen birinin dili. Ana diliniz Ingilizce!

Kerem:

Diyorum ya bu yaratici enerjiyi baska yere akitsaniz...

Evrim:

Üc gun sonra buraya geldigimde, ne sizi taniyan cikacak, ne de birimizi. Bizi de hic kimse görmemis olacak. Bu sorgulama da kayda girmemis olacak.

Kerem:

Yenicag gazetesi gibi konusuyorsunuz: “Dahili bedbahtlar”... “Türk’ün dostu yok zaten”...

Evrim:

Bu ülkenin evladi niye istesin ki ABD’de One Family’yi yürütmemizi? Onun yerine neden sadece One Family’yi teshir edip, dagitmiyorsunuz örnegin? Cikariniz ne?

Kerem:

Elimizde iki gercek var. Ilki isinizi bu ulkede surduremeyecek olmaniz.

Evrim:

Peki neden ABD? Neden baska bir ulke degil de, ABD?

Kerem:

Neden olmasin? Orasi özgürlükler ülkesi!

Sahne kararir.

Kerem, Selin, Gözde

Sorgu Odası

Evrim iceride bekliyordur. Kerem iceri girer.

Selin:

Konustu mu?

Kerem:

Biz kendi isimize bakalim.

Selin:

Hayir, Gökhan bülbül gibi sakidi da demin.

Gözde:

Geysalariyla vedalasma fikri agir gelmistir. “Koniciva, baby”.

Evrim ne is ceviriyordu?

Selin:

Bilmiyorum. Sir gibi sakliyorlar.

Kerem’den laf almaya calisir.

Kerem sadece gülümser.

Selin:

Bildigim tek sey ikisinin de benim ve Alter-Native’in arkasindan is cevirdigi. Bu yüzden burada degil miyiz su anda, canim?

Gözde:

(Gülümser.) Iceride geysa sirketini yeni duymus gibi rol yaparken seyretmek isterdim seni...

Selin:

Cok rol yapmama gerek kalmadi canim. Gercekten sinirlendim Gökhan anlatirken.

Kerem:

Durumu tekrar gözden gecirelim: Iki gün sonra özel bir ucakla Londra’ya ucacaksiniz. Oradan refakatinizla adim adim Havai’ye. Havai son karariniz, degil mi?

Kizlar olumlu sekilde kafalarini sallarlar.

Kerem:

Banka hesabiniza düzenli olarak ayda 10.000 Amerikan Dolari yatacak. Ister harcayin, iste biriktirin, yatirim yapin, ister ek bir iste calisin, ek para kazanin. Buna da bol zamaniniz olacak. Sorunuz?

Kizlar “yok” anlaminda omuzlarini kaldirirlar.

Kerem:

Güzel. Yeni dünyaya ve yeni hayatiniza hos geldiniz o zaman. Tadini cikarin.

Kerem odayi terk eder.

Kerem, Evrim

Sorgu Odası

Evrim iceride bekliyordur. Kerem iceri girer.

Evrim:

Lütfen, isimizi burada yapmamiza izin verin. Karadeniz’de kimsenin bilmedigi bir yere tasinip, izimizi kaybettiririz. Size istediginiz bilgileri aninda aktaririz. Hangi bilgileri isterseniz. Yalnizca Türkiye’de kalalim.

Gökhan:

Korkarim ki bu olasiligi unutacagiz.

Evrim:

Neden korkarsiniz, ha? Niye unutacagiz? Calismamizi engellemiyorsunuz, neden?

Gökhan:

Yararli bir is yapiyorsunuz. Vatansever cocuklar yetistiriyorsunuz. Ama vatansever ve korkusuz cocuklara sadece Türkiye’nin degil, bütün dünya ülkelerinin gereksinimi var.

Evrim:

Özellikle de Birlesik Devletlerin. Bari kafamiza kesekağıdı geçirseydiniz de markaniz belli olsaydi.

Gökhan: (Gülümser.)

Baska sartlar altinda sizinle sohbet etmek cok sevkli olablilrdi, ama...

Evrim:

Düsünüyorum da... Amerika Birlesik Devletleri; dünyanin beyin merkezi! Nasil bulacak beyinlerini? Bir kismini tesvik ile ülkeye cekecek: Üniversiteleri zaten birer cekim merkezi. En iyi yabanci mezunlari kapmak o kadar da zor olmuyordur.

Sonra: Kelle Avcilari. Eminim her ülkede ABD Devletinin birer gayriresmi kelle avcisi vardir, bütün kayda deger özgecmisler veri tabanlarina girilmistir. Istediginiz zaman, istediginiz kisiye güzel bir teklifte bulunmak zor olmuyordur.

Sonra eminim patent bürolarinda da adamlariniz oturuyordur. Dünyanin herhangl bir yerinde basvurulan ise yarar patentlerin cogunun birkac gün sonra ABD’de, o güne kadar o isi hic yapmayan firmalarca alinmis olmasi da bundandir.

Onun disinda fikir casuslugu! Suc islemis bütün “hacker”lar tutukluluk sürelerince bir Ulusal Bilgi Toplama Merkezinde calisiyordur zaten. Dünyadaki yeni fikirleri olusum süreclerinde bilgisayarlara sizarak ögrenebilirsiniz.

Oldu da, bunlarin disinda hala dünyada ulasamadiginiz, ama isinize yarayan fikir var, o zaman da bize yaptiginiz gibi komplolar kurarsiniz.

Biliyor musunuz, tüm bu saydiklarimdan daha iyi bir yol da var.

Gökhan:

Öyle mi, hangisiymis?

Evrim:

Niye merak ettiniz?

Gökhan:

Ne bileyim, cunku...

Evrim:

Cunku söylediklerim dogru. Gözünüz parildadi merakinizdan demin.

Gökhan:

One Family’ye dönecek olursak...

Evrim:

Nobel!

Gökhan: (Konuyu kapartmak ister gibi.)

Efendim?

Evrim:

Nobel! Nobel cözmüstü olayi. Isvec Devleti de bunu anladi: Dünyayi degistiren bilim alanlarinda prestiji parayla ölcülen büyük ödüllü bir yarisma acilacakti. Her yil. Böylece kaynaga gereksinim duyan bütün bilim adamlari buna basvuracakti. Dagittiklari birkac milyon Avroluk ödüle karsilik, dünyanin bütün kayda deger calismalari Akademinin eline gececekti. Her yil! Paha bicilemez bir servet. Dagitilanin yaninda ne ki?

Olayi biraz bulandirmak icin de edebiyat ve baris ödulu koymak yeterliydi.

Kerem, kapiya yönelir, odadan cikmak icin yurur.

Evrim:

Nasil oldu ha hepsi? Doruk yasiyor mu? Köstebek mi var aramizda? Beni niye digerlerinden ayirdiniz sorguda?

Kerem, Öykü

Sorgu Odası

Öykü:

Konusmuyor degil mi?

Kerem:

Kamikaze ruhlu. Fikrin tamamen baskasinin eline gecmesindense, tarihe karismasini ister onlar.

Öykü:

Kaba hatlariyla bilmesek, anlarim.

Kerem:

Elimizde ne var tekrar gecelim. “Kaba hatlariyla”...

Öykü:

Alter-Native’te takip ettikleri calisma konularindan biri “sevgilinin islevleri”. Yani neden bir sevgiliye gereksinim duyariz? Bir annenin, bir kardesin, bir arkadasin vermeyecegi neyi verir bir sevgili! Yani insanlar aslinda ne ariyorlar! Evlilik mi istedikleri, iliski mi, yoksa sadece toplum tarafindan dislanmadan cinselliklerini yasayacaklari bir secenek mi? Arastirmada bu saydiklarimin amac degil, sadece arac oldugu sonucuna variliyor. Insanin beklentisi üc ana noktada toplaniyor: Cinsel sefkat, cinsellik ve yetistirme güdüsü.

En belirgini cinsellik. Derin ve detaylandirilabilecek bir konu, ama kavram kargasasi yok. “Sefkat”te var. Bahsedilen sefkat, bir anne, kardes, arkadas sefkatinin ötesinde. Daha bedensel temas ile ilgili bir sey. Cirilciplak birlikte uyumak, genel olarak sarilmak, öpmek, masaj... Bebekken ailemizden ya da arkadaslarimizdan gördügümüz, ergenlikten sonra cinsellige dahil olan bir sefkat. Kültürlere göre kismen sürebilir, örnegin 30 yasinda bir adamin, annesinin kucagina oturup, ona sarilmasi bazi ailelerde ve ülkelerde normaldir.

Kerem:

En ilginc tespit “yetistirme güdüsü” ile ilgili olan. Eski arastirmalarda bu güdüye “üreme” derlerdi. Hatta cinsellik sadece üreme icin yapilan bir eylemmis gibi onunla bir tutulurdu.

Kerem, Öykü’nün bozuldugunu görüp, susar.

Ona uzanir, onu belinden kendine ceker.

Ayakta arkasindan beline sarilarak durur.

Kerem:

Bu konuyu hallettigimizi saniyorum.

Öykü:

Birak beni.

Öykü, Kerem’den kurtulur. Kerem bozuldugunu

belli etmemeye calisir, Öykü calismaz.

Öykü:

Belki arastirmalar artik daha ince yapiliyor, belki de gercekten insanlarin üreme güdüsü ekonomik ve teknolojik gelismelerle ciddi boyutta sekil degistirdi. “Yetistirme güdüsü” kanat germe, koruma, verme, ögretme güdüsünü kapsiyor. Bu gereksinimini karsilamak icin cocuk yapman gerekmiyor. Genelde cocugun olabilecek yastakilere karsi bu his daha güclü, ama böyle bir sinir yok.

Kerem:

Alter-Native, sefkatin ön planda oldugu bir model. Gökhan, geysa modeliyle biraz cinselligin üstüne gitme karari almis gibi. Tabii bunlar bu kadar sert cizgilerle ayrilamaz, iki modelde de diger ikisinden önemli oranlar var. Ama Evrim’in isini “yetistirme güdüsü”ne endekslemis. Bunlar tabii ki karakterlerle de ilgili. Selin icin en önemlisi “cinsel sefkat” oldugu icin Alter-Native’den baska bir model kurmak istemedigini tahmin ediyoruz.

Öykü:

Buraya kadar tamam. Evrim’in kafasindakileri sekillendirmek icin “Alternatif Medeni Hayat Modelleri İçin Alternatif Alt Toplum Gereklilikleri” isimli uluslararasi projeye girdigini biliyoruz. Belki fikrin sekillenmesi ile ikisi eszamanli olmustur. Önemli degil.

O calismada iflas eden kurumlarin sadece tek eslilik ve evlilik degil, özellikle onu takip eden aile oldugu üzerinde duruluyor. Ailenin ana varolus nedeni cocuk ve cocugun yetistirilmesi konusunda sinifta kaldigini ve buna alternatifler düsünülmesi gerektigini...

Kerem, masa üzerinde duran kagit blogunu eline alir.

Öykü de kendi örnegini kapar.

Kerem:

Barcelona’da Evrim’in kürsüden söyledigi bir sey... Tutanaklardan okuyorum: “Araba kullanmak ve narkoz yapmak ehliyetsiz, diplomasiz yasak, cezasi var. Ama cocuk yapmak icin izin ya da yeterlilik belgesi gerekmiyor. Ruh hastalari da yapiyor, kisiliklerini bulamamislar da, komplekslerini yenememisler de. Olan cocuklara oluyor, tüm bunlardan nasiplerini aliyorlar ve nesilden nesile tasiyorlar.”

Bir baska yer, isaretlemisim: “Kendi hayatlarindan hic memnun olmayan insanlar, cocuklarina hep kendilerini örnek gösteriyorlar. Iste ruh hastaliklarinin en önemli olusma asamasi.”

Yine baska bir yer: “Hizli degisen caga ve baskiya ayak uyduramayanlar, daha dogrusu kisiliklerini bulmaya zamani, enerjisi ya da konsantrasyonu kalmamis olanlar, hayatlarini anlamlandirmak icin radikal bir degisiklik yapma geregi duyuyorlar. Pek cogu yeni bir meslek secmek ya da bambaska bir sehre tasinmak gibi daha zor secenekler yerine, olduklari yerde aile kurmayi seciyorlar. Yaptiklari cocuklar da terapi niteligi tasiyor, eve köpek almak gibi... Cocuklari, sorunlarini cözecek bir varlik gibi görüyorlar. Hayatlarini ya da iliskilerini kurtaracak bir varlik. E, tabii böyle bir sorumluluk, dünyaya gözlerini yeni acmis, daha yürümesini ve konusmasini bile bilmeyen bir canli icin oldukca büyük.”

Öykü:

“Freud’un, sorunlarin köklerini 0-6 yas döneminde aramasi ve calismalarinin hala en büyük terapik ilerlemelerden sayilmasi, psikolojiyle ilgisi bile olmayanlarin Freud ismine asina olmasi... Bütün bunlar o yaslarda tamamen ailelerinin elinde olan cocuklarin, hayata ne kadar yanlis basladiginin isareti degil de ne?”

Kerem:

Evet, 0-6’da ailenin iflasi... Sonrasinda da devletin. Calismayi yürüten grubun bir diger tezi de... Bir dakika bulacagim: “6-7 yaslarinda okul kurumu yoluyla devlete teslim edilen cocuklarin, zaten iyi sartlarda gelmedikleri dünyalarinin iyice kararmasi”...

Öykü:

“Okulda basari, hayatta basari midir” gibi geyiklerin artik okullarda bile tartisildigi bir zaman icin cok devrimsel düsünceler degil. Bu konuda sayisiz kitap var zaten. Ama calisma grubu bir sonraki adim olarak alternatif modelleri incelemeye baslamis.

Kerem:

Inceledikleri modelleri gecelim...

Öykü:

Kızılderili modeli: Bazi Kizilderili kabilelerinin dahil oldugunu bildigimiz ve ne yazik ki tarihe karistirilmis “yüksek bilinc toplumlari”, zaten tek eslilik, aile ve bunlarin getirdigi kiskanclik, aldatma gibi suni kavramlar üzerine kurulmazdi.

Kerem:

Sence aldatma ve kiskanclik suni kavramlar mi?

Öykü:

Aile ve tek esliligin getirdigi kavramlar oldugu icin öyle söyledim. Asil önemli noktayi kaciriyorsun: Bu alternatif model bir yüksek bilinc toplumunda uygulaniyordu. Aksi de cok zor zaten. Su anda böyle bir topluma dahil olamadigimiz icin, belli tabakadan insanlarin bir araya gelmesi ve bu toplumu yaratmasi gerekli... One Family de...

Kerem: (Öykü’nün sözünü keserek.)

Ona hic gecmeyelim simdi... Kizilderililer!

Öykü:

Onlar icin önemli olan, üyelerinin güvenli, mutlu yasamasi ve yeni neslin en iyi sekilde yetismesiydi. Kizilderililerde, en saglikli cocuk doguracak 20’li yaslardaki kadinlarin, en saglikli döllere sahip akranlariyla ciftlestikleri, ama dogan cocugu, yasta daha ilerlemis, coklukla 40’li yaslarinda olan, olgun ve saygin kisilerle yetistirdikleri, hatta yetistirmeyi onlara biraktiklari görülmüs. Kiskanclik olmaz ve baskalariyla yatmak aldatma gibi görülmezse, ideal bir model.

Kerem: (Öykü’nün sözünü keserek.)

Ama biraz önce de dedigin gibi, ne yazik ki geri dönemiyoruz... Sonraki model?

Öykü:

Kibutz modeli: Israil’de daha cok ihtiyactan, devletin olmadigi varsayilarak kurulmus bir model. Aslinda eski caglarin kabile modelinin gelistirilmisi ve günümüze uyarlanmisi. Kabile, yani pratikte kocaman bir aile olarak birlikte yasayan topluluk, okulunu ve isbölümünü kendi icinde yapmis. Kendi cocuklari gibi, kimsesiz cocuklara da bakiyorlar. Ayrim yapmadan.

Kerem:

Burada tek eslilik ve aile hala var, ama cocuk yetistirme ailenin biraz elinden alinmis ve devlete teslim edilmemis. Güzel, sonraki model?

Öykü:

Uc Komunist Model: Ucta bir model, uygulamasi cok sinirli kalmis... Cocugun dogduktan sonra devlete teslim edilmesi, tamamen orada yetismesi. Aile kavramindan yoksun olarak, daha cok vatan bilinciyle.

Kerem:

Kibbutz’tan büyük aileydi, bu en büyük aile.

Öykü:

En büyük aile dünya ailesi, umarim bunu da bir gün herkes anlar.

Kerem:

Baska zaman canim, isimize bakalim. Son modelde aile yok, devlet kurumları büyütüyor cocugu. Bu biraz Osmanli’nin devsirme gelenegine benziyor. Baska model?

Öykü:

Bir tane de bu toplumda kabul edilebilir model var. Angelina Jolie Modeli.

Kerem:

Evlat edinmeye bu ismi mi vermisler?

Öykü:

Dogru, kadin ilk evlat edinen kisi degil, ama en cok ses getireni. Ismi herkese bir seyi cagristiriyor. Ayrica evlat edinme sekli: Cocuklari kendi ulkesinden secmiyor, dünyanin en yoksul bölgelerinden seciyor. Ayrica devsirme fikri yok, tam tersine cocuklar ileride aidiyet krizi yasamasinlar diye, kendi ülkelerinde arsalar aliyor, ileride orada yasamak isterlerse diye. Bu yepyeni bir sey. Basit bir evlat edinme degil.

Kerem:

Ayrica hali vakti gayet yerinde biri yapiyor bunu. Evlat edinme genelde orta hallilerin tercih ettigi bir yol.

Öykü:

Cocuk yetistirme ile ilgili son model yapay döllenme. Bu da aileye alternatif getirilmis bir sistem. Ne var ki, son iki örnekte, yani tek ebeveynli örneklerde cocuklar yine ailevi ortamlarda büyüyorlar. Cocuk dogduktan sonra bosanmis aileler gibi. Birinde baba var ve belli, digerinde baba olgusundan uzak. Ya da anne olgusundan, evlat edinenine göre. Son iki model bugünkü modern toplumlarin yasal olarak kabul ettikleri ara modeller.

Kerem:

Kabul görmeyen bir benzer model de kadının cocugunun babasi olarak esinden gizli daha uygun buldugu bir erkek seçmesi. Babalik testleri tavan yapiyor Avrupa’da. Bunun icin ayri merkezler kurulmus.

Neyse, One Family’ye gelelim.

Öykü:

One Family, ailenin ve devletin iflasi fikri ile elit egitimin gerekliginin birlikte dogurdugu bir model. Evrim’in cok güclü ulusalci duygulari oldugunu biliyoruz.

Kerem:

Suna milliyetci desene kisaca.

Öykü:

Kerem, yeni jargondan haberin yok galiba. Milliyetci kavrami aramizda artik, ayagi yere basmayanlarin kavram. Yaptiklariyla ülkelerine zarar verdiklerini anlamayan yanlis milliyetcilere “milliyetci” diyoruz. Hem tarz, hem de uygulamada gercekten milliyetci olanlarin adi artik “ulusalci”.

Kerem:

Tamam, Evrim ulusalci. Zaten bizim ilgilendiklerimiz de onlar degil mi?

Göz kirpar, gülümser.

Öykü:

Evrim’in modelini “Alt Toplumlar” grubunun Güney Amerika’dan birkac temsilcisi ile yazismalarinda kurduklarini bulduk. Epostalarda hangi fikrin, ne zaman olustugunu, gününe ve saatine kadar bulabiliyoruz. Güney Amerika’nin su anda dört ülkesinde degisik isimlerle baslatmislar aktivitelerini. Bu proje, Gökhan’in geysasi gibi degil, Alter-Native’ten önce varmis. Selin’le Gökhan ona geldiklerinde, coktan yürüyormus.

Kerem:

Evet, Alter-Native’i bu projeyi beslemek icin essiz bir firsat gibi gördügünü biliyoruz. Bana köyü anlat...

Öykü:

Pekala, Kazdaglarinda sifirdan bir köy kuruyorlar. O güne kadar hicbir yolun gitmedigi Elektrigi, suyu, hepsini kendi kendilerine sagliyorlar. Bacalari duman vermiyor, o dumani bas kullaniyorlar. Evler Agaclarin arasindan gözükmeyecek sekilde yapiliyor. Hatta tek bir agac bile kesmediklerini tahmin ediyoruz. Evler bildigimiz gibi dörtgen degil o yüzden, agaclara göre yapilmis. Yani helikopter ile gecerken bile göremezsiniz. Komsu köylerle ticaretleri var, ama yazlikci gibi gidiyorlar oralara.

Kerem:

Müthis bir gizlilik, saygi duydum.

Öykü:

Gönüllülerle calisiyorlar, cocuklari onlar yetistiriyor. Cocuklarin kimin oldugu belli, ama sanki terk edilmis ve onlar evlat edinmisler gibi yeni kimlikler cikartiliyor. Her seferinde evlat edinen ayri, süphe uyandirmasin diye. Cocuklar buraya getiriliyor. Her seyleri hazir. Büyük bir aileleri var. En cok Kibutz modeline benziyor. Onlarda da annenin Yahudi olma sarti vardir. Burada irksal bir sart yok, yalniz annenin ve babanin kim oldugu önemli.

Simdiye kadarki modellerin hepsi, cocugun sorunsuz ciktigindan, gen olarak devreden anormallik olmadigindan yola cikiyor. Yoksa zaten bilim kurgu filmine döner senaryolar.

Kerem:

Bu model de zaten bir bilim kurgu modeli gibi.

Öykü:

Bunu yalanlayamayacagim iste. Ilk adim, cocuk dogurmayan, daha dogrusu yetistiremeyeceklerine inanan bir elit kesimi ikna etmek. Cok iyi egitimli, basarili ciftlere fokuslaniliyor. Zaten Evrim Hanimin sosyete ile yakin iliskisi biliniyor, o iliskilerini kullaniyor. Onlari ikna etmesi gereken tek sey, cocugu yapmalari, gerisini düsünmemeleri. Cocugu onlara teslim edecekler, cocuk en iyi sekilde yetistirilecek. Onlar isterlerse uzaktan takip edebilecekler. Cocugun isleri de ileride genelde rast gidecek. Tanimaklari ve asla tanismayacaklari, önemli konumdaki gercek anneleri-babalari onlari kollayacak.

Kerem:

“Hic bir zaman tanismayacaklari”... Iste modelin en kilit noktasi...

Öykü:

Evet, iste bu noktada elitist bir egitimden cok, bir ajan egitimine benziyor. Amac, sürekli kollansalar da, aileleri olmayan cocuklar yetistirmek. Politikaci olmalari icin! Aileleri olmazsa, kaybedecekleri, zarar görebilecek sevdikleri de olmaz. Santajlara gögüs gerebilir, rüsvetlere ragbet etmeyebilirler. Resmen ülkelerinde temizlik yapacak askerler yetistiriyorlar.

Politikaya da süper bir senaryo ile girecekler: Hicbir okula gitmemesine ragmen, üniversite sinavini kazanmis, yetim bir cocuk. Sadece Türkiye gelismemis ülkelerde degil, her yerde duygusal bir bag kurulabilecek, etkileyici bir senaryo. Oylar garanti.

Kerem:

Biraz bana Hitler’in ari irk yetistirme projelerine benzedi gibi geldi.

Öykü:

Varis noktalari apayri, cikis noktalari cok benzer. Zaten o projeyi de incelemisler. Hitler’in Ari Aria Cocuklari Projesi.

Kerem:

Hitler de ülkesi icin iyi olacagini düsündügü icin yapti. Sonucta suistimal edilebilir bir sey.

Öykü:

Devletin okul sisteminin olusma nedeni bu degil mi? Her toplumsal grup, cocuklarina kendi egitimini verse, kendi dogru bulduklarini ögretse, ülkelerin halleri ne olur?

Kerem:

Özel okullar da bir ara model, ama müfredatta özgür olamamalari icin, istedikleri etkiyi yaratamiyorlar. Neyse, devam et...

Öykü:

Aileler secilmis aileler, saygin, zengin, basarili, görgüleri görgü, ögrenimleri ögrenim... Kadinlar hamileliklerinin ilk aylarini yasadiklari yerlerde geciriyorlar, karnin sismeye basladigi dönem, birkac ayligina yurtdisina ya da yazliga gitmek adina Kazdaglari’na gidiyorlar.

Kerem:

Neden Kazdaglari? Karadeniz daha uygun olmaz miydi gizli kalmak icin?

Öykü:

Oksijen orani nedeniyle dünyanin en saglikli bölgelerinden... Cocuklarin sagligina cok önem veriyorlar. Köyde gönüllü doktor, mühendis, hepsi var.

Kerem:

Anlasildi. Güney Amerika baglantisina gecelim...

Öykü:

Güney Amerika daha da asmis. Cesitlemeler yapmislar. Örnegin, dogurmak istemeyen, ama fikre sicak bakan kadinlar olmasi durumunda, gönüllü doguracak orta halli insanlar da buluyorlar. “Ikisinin cocugu olamayacaksa, adamin dölü de yeterli” mantigi. Cok parlak, orta siniftan üniversite mezunu kizlar, 9 ay o adamlardan hamile kalma karsiligi, iki yillik gecimlerini kazaniyorlar.

Kerem:

Iki yil arayla hamile kalmalari durumunda calismalarina gerek yok o zaman.

Öykü:

Geysa olma motivasyonu ile ayni kizlarin bunu kabul etmesi. Cocuklara bakmak, bir daha onlari düsünmek zorunda da degiller.

Kerem:

Bu Güney Amerika hep bir adim daha manyaktir zaten. Oradakiler ne durumda?

Öykü:

Bizim gibi görüsmeleri sürüyor olmali. Eszamanli dügmeye bastik. Evrim ne olacak? Onsuz yapamaz miyiz?

Kerem:

Yapariz. Ama onun gibi beyinler hic durmaz, ilerinin mdellerini de onlar düsünecek. Bugün bizim aklimiza gelmeyen seyleri onlar yapiyor ya da aklimiza gelen seyleri onlar coktan denemis oluyorlar. O tür beyinlerin hepsi ayri birer kazanc.

Öykü:

Selin’den niye vazgectik? O da Alter-Native’i idare ederdi.

Kerem:

Insanligi ileri götüren modellerle ilgileniyoruz sadece. Iliskiler! Mutluluk! Geyik bunlar. Kimseye bir yarari yok. Ama diger iki model! Onlar gercekten ilerici seyler. One Family gibi modellerle ilerinin komandolari yetisiyor. Geysalar da, bu komandolarin islerine konsantrasyonlarini bozmadan cinsel ve duygusal gereksinimlerini karsilamalarina yariyor. Duygusal sallanmalarini törpülüyorlar, verimlerini yüksek tutmalarini, hedeflerine kitli kalmalarini sagliyorlar. Iliski, aile, duygusallik... Bitti bunlar canim, yeni yüzyilin olayi baska.

Kerem, Evrim

Sorgu Odası

Evrim:

Cocuklari ülkelerinden koparamayiz. Onlar burasi icin yetisiyor. Kendi insanlarini tanimak zorundalar.

Gökhan:

Ailelerinden koparmissiniz, ülkelerinden de koparabilirsiniz.

Evrim:

Ayni sey degil, biliyorsunuz. Isterseniz modeli ABD’de de kurarim, her türlü gelismeden aninda haberdar olursunuz. Her türlü egitimi ve destegi saglarim, lütfen köyü bosaltmayin.

Oda kararir. Kimse gözükmez.

Evrim:

Adi herifler... Bizim optik üclüsü de zenginlere santaj yapmiyordu degil mi? Öyle ya, bunu yapacak olsalar ABD’de yaparlardi, hem de cok daha fazla kazanirlardi.

Onlar iyi cocuklardi, vatanseverdiler. Politikacilari kiskaclarina almislardi. Devletin degisik kurumlarindaki görevlilerle ilgili onlara baski yapabilecekleri malzeme topluyorlardi. Ama sadece iyi isler icin kullanacaklardi. Bu kirlenmisligi, bu kokusmuslugu temizlemenin insanca yollari tikandigi icin tek yolun santaj oldugunu anlamislardi. Bizim gibi ülkeyi ileri götürmek istiyorlardi. Onlari da dagittiniz degil mi? Onlar da simdi Pentagon icin, CIA icin ya da artik hangi örgütü uygun gördüyseniz, onlar icin calisiyorlar. Öyle degil mi?

Stratejik ortakmis, partnermis, dost ülkeymis. Palavra. Dogal kaynaklarimiza civa atan, kalkindigimiz sektörleri sinsice baltalayanlar sizlersiniz. Ama her imparatorlugun bir cöküsü var, sizinkisi en trajigi olacak.

Cehenneme gidin.

İnsan Kaynakları - Oyun – 2. Perde (2/3)

Kerem, Evrim, Selin, Gökhan, Güvenlik Görevlisi

Sorgu Odası

Evrim:

Bizi buraya kadar yormak zorunda değildiniz.

Selin:

Evet, biraz tutuklanmışız gibi oldu böyle.

Kerem:

Tutuklanmadığınıza sizi inandıran nedir?

Gökhan:

Suçumuz nedir, pardon? Cinayete yüreklendirmek mi? Böyle kıskançlık cinayetleri her zaman oluyor, daha üst toplumsal düzeylerde bile. Arada biz olmasaydık, onları tanıştıran arkadaşlarını mı “tutuklayacaktınız”? İkisinin de kendi iradesi vardı, kararlarının arkasında durabilecek olgunluktaydılar.

Kerem:

Avukatınız cinayet konusunda suçlanmanız için geçerli ve yeterli şartların oluşmadığını söylemiş.

Selin:

Herkes böyle bir durumda ilk önce avukata gider, takdir edersiniz.

Kerem:

Doğal tepki budur. Ortak bir avukatınız mı var, yoksa...

Gökhan:

Bu sizi niye ilgilendirsin ki?

Kerem:

Değişik alanlarda uzmanlaşmış avukatlara gereksiniminiz olabilir de...

Gökhan:

Nasıl yani?

Selin:

Ortakları olduğumuz şirkette ortak çıkarlarımız var. Doğal olarak ortak hareket ediyoruz. Bundan rahatsızsanız, bu kendi sorununuz.

Kerem:

Ortaklık! Dürüstlük! Açık kartlarla oynamak! Yalansız, dolansız! Bunlar film replikleri.

800. doğum yılını kutladığımız üstadın sözü geliyor aklıma: “Ne olursan ol, ya olduğun gibi görün, ya göründüğün gibi ol.”

Selin:

Disiplin cezasına çarptırılmış ortaokul çocuğunun müdürden dinlemesi gereken beyitler sahnesini aminsatti son “film repliğiniz”...

Kerem:

Sandığınız kadar “ortak” değilsiniz desem, tepkiniz ne olur? Öfke mi, merak mı?

Selin:

Çokbilmişliğinizden dolayı öfke.

Gökhan:

Merak.

Kerem:

Evet... Öfke daha iyi bildiğini düşünenlerin tepkisi. Merak ise şüphecilerin. Karakteri şekillendiren bir farklılık.

Evrim Hanım, siz hiç katılmıyorsunuz bize, oysa katılımınız çok önemli.

Evrim:

Öyle mi, neden?

Kerem:

Çünkü... Sizin bize cinayet ile ilgili açıklamak istediğiniz ince noktalar olacak. Lafı dolandırmamanız ve gereksiz inkar sahneleri yaşamamamız için ipucu vereceğim: İnsanlar üzerinde klinik deneyler yapmak.

Gökhan:

Hangi insanlar üzerinde? Neden bahsediyoruz Evrim?

Selin:

Evrim, ne demek bu?

(Sessizlik.)

Kerem:

Kedi-fare demek... Evrim Hanım, sizden şu anda tek bir sözcük koparamasak bile, sizi anında içeri tıkacak kadar malzememiz var. Karar mekanizmasındaki büyüklerimizin çoğu da “sizin gibi birinin tutuksuz yargılanması bu şehrin insanları adına bir tehlike” görüşünde. Bizim bilgi açığımız yok. Ama şimdi ortaklarınız olanları sizin ağzınızdan dinlemek isteyecekler.

Evrim:

Madem bu kadar çok şey biliyorsunuz, siz anlatın.

Kerem:

Vereceğiniz ifadenin cezanızı azaltıcı yönleri olacaktır.

Evrim:

Avukatımı görmek istiyorum. Hemen.

Kerem:

Haklısınız, bu en doğal tepki. Ama sizi uyarıyorum, o durumda kayıt dışı hafifletici nedenler için size yardımcı olmayacağım. Prosedürü bu akışa bırakalım mı?

Evrim:

Size neden güveneyim?

Kerem:

Bilmem. İçgüdüsel nedenlerden olabilir mi?

Gökhan:

Evrim, eğer bu şirketle ilgili bir şeyse, avukatını sikeyim, konuş...

Selin:

Gökhan, yabanileşme...

Gökhan:

Sana ne oluyor ha? Sen nasıl böyle sakin kalabiliyorsun? Neden bahsedildiğini biliyor musun yoksa?

Kerem:

Bunu biz de çok merak ediyorduk...

Gökhan:

Yanıtını buldunuz mu?

Kerem:

Evrim Hanım...

Evrim:

Şirket iyi gitmiyordu...

Gökhan:

Şirket iyi gitmiyordu! Sürekli hedeflerimizi gözden geçiriyoruz, ne zaman iyi gitmiyor sonucuna vardık?

Evrim:

Yanlış varsayımlardan yola çıkıyorduk...

Gökhan:

Yanlış varsayımlardan yola çıkıyorduk! Doğru varsayımlar... Hangileriymiş?

Evrim:

Üyelerin mutluluğu gibi saçma bir üst kriterimiz var ve onu besleyen bir sürü esnek parametre. İnsanlar belli bir dönem mutlu olurlar, tüm işaretler o yönde olur, ama ya on yıl sonra, yirmi yıl sonra? O zaman nasıl bir psikoloji içinde olacaklarını düşünmüyorlar! Hedefler uzun vadeli değil. Günü kurtarıyoruz.

Gökhan:

Peki! Bu fikrini daha önce paylaşmayı düşündün mü hiç?

Kerem:

Evrim Hanım bu konuda kafasındakileri söyleseydi, ortak olarak başkasını aramaya başlardınız. Oysa onun icin bu şirket, kafasındakileri hayata geçirmek için ger çevrilemez bir fırsatti. Onun için şirketin başarı kriteri tekti ve çok açıktı.

Selin:

Hayatlarını birleştiren çiftlerin oranı: Evlenenler!

Gökhan:

Bu bir tahmindi değil mi Selin! Beni rahatlat lütfen.

Selin:

Doğru, değil mi Evrim? İstediğin buydu, olabildiğince üyemiz birbirleriyle evlenmeliydi. Başarı buydu, sayıya dökülebilecek bir başarı.

Gökhan:

“Alter-Native, herkese sınırsız ve kolay ilişki olanağı sunmasının yanında, hayat arkadaşınızı bulmak için de yetkin.” Kabul etmeliyim: Etkili bir reklam.

Evrim:

Bunun nesi yanlış? Herkes bizimki gibi modelleri kaldıracak genişliğe sahip değil. İşin içine duygular giriyor. Duygulara egemenlik kuramıyoruz milletçe. Genlerimizde yok bu. Batılı değiliz. Bir Güneyli, bir Doğulu gibi duygularımızın egemenliğindeyiz.

Anlamıyor musunuz, çok kısıtlı bir kesime hitap ediyoruz. Elimizdeki potansiyel tükenmek üzere. Daha fazla üye alamayacağız yakında aramıza. Olanlar da birbirlerinden sıkılıp, başka arayışlara girecekler.

Selin:

Bir kısırdöngüye doğru gittiğimizi mi düşünüyordun?

Gökhan:

Kısırdöngü sensin Evrim. Hatırlatayım: Biz önümüze dayatılan egemen medeni hayat modeli olan evlilik-tek eşlilik yapısının insan doğasına aykırı olduğundan yola çıkmıştık. Bu olaya girmemizin motifi ve motivasyonu buydu... Şimdi sen gelmiş her şeyi tersine çeviriyorsun.

Evrim:

Modelde zayıf noktalar var.

Gökhan:

Modelde zayıf noktalar olabilir, ama en başından beri yaptığımız gibi bunları konuşur, çözümlerimizi buluruz.

Selin:

Evrim, diyelim ki en kötüsü oldu, insanlar bu modelden sıkıldı. Biz paralel olarak başka projeler üstünde de çalışmıyor muyuz? Değişik hedef kitleler için yeni planlarımız yok mu?

Evrim:

Diğer hedef kitleler ilginç değil. Onlar sıradan insanlar... Ama Alter-Native’dekiler bir ülkenin en önemli eliti: Parasal eliti değil, gerçek sosyetesi değil, eğitim eliti. Anlamıyor musunuz? Onlar birleşmeli, çocuk yapmalılar! Ülkeyi ileri götürecek nesilleri onlar yetiştirecek.

Kerem:

İlginç bir milliyetçi motifiniz var. İki dedesi de akademisyen ve Atatürk’ün eğitim kurmaylarından, annesi-babası profesör bir evlat... Ulusal misyonerliğe soyunuyor.

Bizi ilgilendiren bu amaç uğruna neler yapmaya hazır olduğunuz? Ne kadar ileri giderdiniz Evrim Hanım, ne kadar?

Gökhan:

Evrim ne yaptın sen ya? Üyelere ne yaptın?

Sessizlik.

Gökhan:

Ne, Evrim, ne?

Evrim:

Korkularını yenmeleri için...

Gökhan:

Hipnoz mu?

Evrim:

Yine bilmediğin sözcükler kullanıyorsun.

Selin:

Birbirlerini terk etmesinler diye mi?

Evrim:

Birbirlerini terk etmemeleri bir sonuç olacaktı.

Gökhan:

Harika. Bize de yaptın mı, Evrim? Selin ile bana?

Evrim:

Bunu çok iyi biliyorsun.

Gökhan:

Öyle mi?

Evrim:

Oldu! Bir süredir birlikte olmadığınızı fark etmedim. Safım çünkü. Fikir önderleri olarak kötü örnek olmamak için birlikte görünmek... Sezar’a bile önerilmiş iyi bir fikir.

Hadi bana ortaklık dersi verin, hani “sır olamaz” falan deyin. Yazik, böyle bir şeyi paylaşacak kadar bile güvenmiyorsunuz bana.

Sessizlik.

Selin:

Ben söyleyelim demiştim.

Gökhan:

Evrim, bunu sana söylemememizle...

Evrim:

Çok trajik değil mi, insanların mutluluğu için çalışırken, bir tek siz mutlu olamıyorsunuz, çünkü birlikte kalmak zorundasınız.

Selin:

Evrim, Gökhan’ın hastalık derecesindeki paranoyası... İnan ki seninle...

Gökhan:

Benim paranoyam hastalık derecesinde değil, bilgelik derecesinde: “Dostuna söyleme, dostun da dostu vardır”... İnanıyorum, bir Türk’ün şu dünyada yapamayacağı hiçbir şey yok: Uzaya gitmek, on yılın buluşunu yapmak, Dünya Bankasının başına geçmek... Tek bir şey hariç: Ketum kalmak. Paylaşmazsak içimizde patlar sanki sır barındırabilecek her bilgi.

Evrim:

Bu, soruma yanıt değil.

Gökhan:

Sakın ikisini aynı kefeye koymaya kalkma. Biz insanların doğasına müdahale etmedik. Kendi rızamızla...

Evrim:

Neden sinirleniyorsun o zaman?

Selin:

Doğru zamanı kolluyorduk. Açıklayacaktık.

Evrim:

Üyeler daha hazır değildi, değil mi, bunu kaldırmaya? İdealleri yıkılırdı! Hatta soğurlardı bu oluşumdan!

Gökhan:

Doruk ile Gözde’ye de yaptın mı şartlandırmanı? Merak ediyorum, çünkü öyle bir şey varsa, azmettirici falan oluyoruz!

Sessizlik.

Gökhan:

Video kayıtlarını görmek istiyorum!

Kerem:

Zamanı gelince. İsterseniz şimdi Evrim Hanımdan biraz daha detay alalım.

Evrim:

Sizinle özel görüşmek istiyorum.

Kerem:

Korkarım bu isteğinizi yerine getirmeyeceğim.

Selin:

Evrim, bizim de öğrenmemiz gerek. Lütfen...

Gökhan:

Lütfen ne demek ya, kadın üyelerimizle hayvanlar gibi deneyler yapsın, biz hala lütfen diyelim...

Kerem:

Saldırganlığınızla iyi niyetimi kötüye kullanıyorsunuz. Bu sorguları ayrı odalarda yapabilirdik, hatta yapabiliriz.

Gökhan “tamam, sakinleştim” anlamında iki elini kaldırır.

Selin:

Ben tek bir şeyi merak ediyorum: Kendi rızalarıyla mı hipnoza girdiler, yoksa onları gafil mi avladın?

Gökhan:

Yok ya, falcılar ve medyumlar için servet sayan bir toplumun üyeleri değil mi onlar da; istedikleri kadar okumuş olsunlar. Kesin razı olmuşlardır.

Evrim:

Direnen ya da hazır olmayan birine hipnoz yapamazsın.

Kerem:

Bildiğim kadarıyla bu konuda bir fikir birliğine varılmış değil.

Gökhan:

Eminim “direnmeyen ve hazır olanlar”a gerçek amacını da açıkça belirtmişsindir.

Selin:

Evrim! Tam olarak ne yaptın? Ve ne zaman, hangi ara?

Evrim:

Gece yogalarının sonundaki 15 dakikalık derin dinlenme bölümlerinde...

Herkesin testlerde değişik aşamalarda korkuları çıkıyor ya, ben sadece bağlanma korkusu belli bir aşamada olanların korkularını yenmelerine yardımcı olmak için...

Selin:

Bu kulağa o kadar da kötü gelmiyor. Hipnozun korku yenmek için tedavi amaçlı...

Gökhan:

Peki, yaptığın bununla sınırlı kalabildi mi? Yani onları birbirlerine şartlandırmadığına nasıl inandıracaksın bizi? Daha emin bir yol değil mi o?

Evrim:

Önce bu şekilde denemek istedim.

Gökhan:

Baktın yeterince başarılı olmuyor, şartlandırdıkların, her neye şartlandırdıysan artık...

Evrim:

Dedim ya, bağlanmaktan korkmamaya...

Gökhan:

O senin iddian... Baktın bu üyeler altı aylık dönemlerinin sonunda yine de ayrılmak istiyorlar, bu sefer de birbirlerine şartlandıracaktın, öyle mi?

Evrim:

Varsayımlar üzerinden...

Gökhan:

Sikmişim varsayımlarını, Evrim... Varsayımlık bir durum mu var burada. Hatırlıyor musun, o çok beğendiğimiz “Old Boy”da da adam kendi kızını gönül ferahlığıyla düzebilmek için şartlandırılmaya gitmişti. Şartlandırıldıktan sonra kendi kızınla da yatarsın, annenle de... Nazi Almanya’sına git, birkaç doktoru şartlandır, onlar da test ettikleri Yahudilerin birer hayvan olduğuna inanırlar gerçekten, vicdan azabı duymalarına bile gerek kalmaz. Yaptıkları da insanlık içindir.

Kerem:

Yaptıkları insanlık dışı da olsa, sonradan bu bilgiler insanlığın yararına kullanıldı. Başka bir dönemde yapılması olanaksız deneyler, aslında genelde dünya tıpçıları tarafından destekleniyordu. Tabii icten ice. Savaş sonrasında ortalıkta dünyaya işlenen insanlık suçları duyurulurken, kapalı kapılar ardında deneylerin sonuçları dosthane bir havada paylaşılıyordu.

Gökhan:

İnanırım. Savaş halinde oldukları Almanlar ülkelerine girdiklerinde Yahudileri zevkle teslim edenler, Alman doktorlarına da ceza yerine, iş vermişlerdir. Düşmanlık da “belli bir yere kadar”.

Evrim:

Doruk ile Gözde üzerinde deney yapmadım. Bana inanmalısınız...

Kerem:

Sağ olun Evrim Hanım, bu kadar yeter. Sizin sorgunuza biraz sonra baş başa devam edeceğiz.

İçeri bir güvenlik görevlisi girer. Evrim’in yanina gelir, koluna girer ve onu kapıya doğru götürmeye çalışır.

Evrim:

Sizi adi...

Kerem:

Hipnozu belli kişiler, belli alanlarda uygulayabilir, Evrim Hanım. Tıpçılara bile uygulamasında sınırlama getirilmiştir; bütün dünyada. Batı tıbbının resmen tanımadığı bir alandır.

Evrim arada söze girmeye çalışır, ama her seferinde Kerem ses tonunu ve heyecanını arttırarak buna engel olur.

Kerem:

İnsanların doğalarıyla oynayamazsınız, Evrim Hanım. İstemedikleri şeyleri, istiyormuş gibi değiştiremezsin. Olmayan şeyleri oldurtamazsınız. Tanrıyı oynayamazsınız.

Evrim Selin’e döner, ona doğru bir adım atmak ister. Güvenlik görevlisi onu sert kavradığı için buna engel olur ve onu kapıya doğru sürükler.

Kerem:

Direnmeniz durumunda bunu kayıtlara geçireceğimden emin olabilirsiniz...

Evrim direnmekten vazgeçer. Kerem’e son bir zehirli bakış fırlatır. Görevliyle odadan çıkarlar.

Kerem:

Böyle daha iyi...

Kerem, Selin, Gökhan

Sorgu Odası

Selin, Evrim odadan çıktıktan az sonra, sanki

aklına aniden bir şey gelmiş gibi yerinden fırlayarak.

Selin:

Bunu neden yaptınız? Evrim yeni başlıyordu konuşmaya... Söyleyecekleri vardı... Onunla görüşmek istiyorum.

Kerem:

Onunla görüşecek yeterli zamanınız vardı, şu anda başka işlerimiz var...

Kapanmış kapının önünde, aniden sırtını dönerek...

Selin:

Şimdi de birimiz Gözde’ye cinayet aracını satmış mı çıkacak? Zehiri de mi biz satmışız?

Kerem:

Şüphe ve araştırmalarımız şu yönde: Doruk Bey şartlandırmanın etkisine girmemişken, Gözde Hanım aşırı etkilenmiş ve kilitlenmiş. Şartlanma nedeniyle bilinçaltında değişik uyanmalar oluşmuş ve kendisine aynı duyguları tattıran iki insanı birbirinden ayıramaz olmuş. Zaten halihazırda tarihe gömemediği bir kişilik bölünmesi sorunu varmış gözünüzden kaçan. Lisede tedavi gördüğünü öğrendik. Olaylar kontrolden çıkmış anlayacağınız.

Selin:

Üstünde ince düşünülmüş bir yalan kadar mantıklı bir açıklama. Peki, ben neden inanmıyorum size?

Kerem:

Hmm, Evrim Hanımın suçsuzluğuna olan o inatlı inancınız... Bilmiyorum... Romantik bir yönü var. Aldatıldığını öğrenmek istemeyen bir kadın gibi...

Gökhan:

Saygısızlığa gerek yok.

Kerem:

Hâşâ... Selin Hanım... Farz edin sevgiliniz arkanızdan iş çeviriyor...

Selin:

Şu anda sevgilim yok. Bunu biraz önce hepimiz öğrendik sanırım.

Kerem:

Bedensel sadakatsizlikten söz etmiyorum. Uğruna kafa koyduğunuz bir ideale ihanet ediyor diyelim.

Selin:

Uğruna kafa koyduğum bir ideal?

Kerem:

Alter-Native.

Selin:

Gökhan, neden bahsediyoruz şu anda?

Gökhan:

Doğru, neden bahsediyoruz?

Kerem:

Bir kedi-fare oyunu daha, peki... Şöyle girelim konuya: Alter-Native’in başarısına olan inancınız mı eksilmişti de riski yaymak istediniz “Geisha Entertainment” ile?

Gökhan:

Hayır, iksinin hedef kitleleri tamamen...

Selin:

Gey-şa... Enter... Tainment! (Sokaktaki adam Türkçesiyle.)

Gökhan:

Hasiktir!

Sessizlik.

Selin:

Eyvallah.

Gökhan:

Bir şirket daha var.

Selin:

Ne üzerine sorması ayıp.

Gökhan:

Adı zaten her şeyi söylemiyor mu?

Selin:

Alter-Native’e rakip bir şirket! Harika!

Gökhan:

Dedim ya, hedef kitlesi apayrı. Alter-Native’i etkilemiyor...

Selin:

İstersen ona ben karar vereyim.

Gökhan:

Tamam. Bir çeşit oryantal geyşa eğitiyor ve aracılığı yapıyoruz. Geyşa lafı komik geliyor biliyorum, istersen metres ya da kuma da diyebiliriz.

Selin:

İğrençsiniz diyebilir miyiz peki? Yeni hedef kitleniz evliliklerini alt üst edeceğiniz çiftler demek. Neye yanıyorum biliyor musun, birlikteyken bu karanlık yanını hiç göremediğime. Kitlesel zinaya ve fuhuşa taban hazırlayacağın aklıma gelmezdi.

Gökhan:

Süpersin Selin ya! Türkiye’de aldatmayı ben yaygınlaştıracağım öyle mi? Canım, bu zaten bir milli spor olmuş. Beraber incelemiyoruz sanki Evrim’in getirdiği araştırmaları. Türkler sürekli listebaşlarında. Geçen gün gazetelerde bile vardı ya: Durex’in 2006 araştırmasına göre Türk insanı aldatma şampiyonu, erkeklerin %35’i...” Hatırladın mı?

Selin:

O sayıyı %75’e mi çıkarmak amacındasın?

Gökhan:

Biz sadece... Eğer illa da aldatma olacaksa, bunun adabını oturtmaktı amacımız. Ama zaten şu anda müşterilerimizin çoğu bekar olduğu için, ortada aldatma bile yok. Evet, Türkiye’de geyşalık çok değişik bir yön çizdi kendine.

Selin:

Bu durumda sen yalancının tekisin! Demek müşterilerinin çoğu bekar! Basbayağı Alter-Native’in müşterilerini çalıyorsunuz.

Kerem:

Selin Hanım, aşırı tepkilerinizle şimdi de siz iyi niyetimi kötüye kullanıyorsunuz. Bu şirketten haberiniz olmadan sizi yan odaya alabilirdim.

Gökhan:

Eminim daha mutlu olurdu. Hem zaten niye konuşuyoruz ki bunları, cinayeti aydınlatmadık mı?

Kerem:

“Toplumsal ahlaka aykırı” sınıfına girmeyi garanti eden iki şirket yürütüyorsunuz ve konuşmanızı beklememi fazla görüyorsunuz. Sizi korumamı istemiyorsanız, hemen avukatınızı çağırayım.

Gökhan:

Tamam, tamam. Yalnız baş başa görüşmemizin daha verimli geçeceği...

Kerem:

Biraz sonra o da olacak, ama şimdilik bir arada kalalım. Türkiye’nin aldatma cenneti olduğundan söz açılmıştı...

Gökhan:

Evet, Türkiye tam bir aldatma cenneti, aldatılan cehennemi. Üç oturmuş geleneğimiz var:

İlki genelev ve fahişe hizmetleri! Daha iyi gelir grupları, ayarladıkları ev ve otel odalarına, fahişelerini getiriyorlar. Ortalama gelir grupları ise geneleve gitmeye devam ediyor. Bazı iyi genelevlerin eve servisleri olduğunu söylesem şaşırmazsınız herhalde. Ara model!

İki ayrı sosyoloji fakültesinin yönetiminde her yıl yenilenen bir araştırmada, genelev ve profesyonel fahişe müşterileri inceleniyor. Evli ya da ilişkide olanların oranı ve sayısı tahmin ediliyor. Sonuç gerçekten üzücü. Özellikle de bu sayılara yurtdışında giderilen cinsel gereksinimler ve kayıt dışı fahişelikler eklenirse...

Selin:

Sakın sen vergi ödüyorsun diye...

Gökhan:

İki: Tecavüz. Evet, aldatma kategorisine koymak biraz...

Selin:

Seni aşağılık...

Gökhan:

Yanlış anlaşılmasın, tabii ki tecavüz eden açısından... Kabul, aldatmaya örnek olarak ilk bakışta ilgisiz ve çok iştah kapayıcı gelebilir, ama istatistiklerin doğruluğu açısından buna da değinmekte yarar var. Ayrıca bunları neden anlatıyorum: Nasıl bir tabloyla karşı karşıya olduğumuzu hatırlatmak için. Örnek bir toplumda yaşamıyoruz... Her şeyden önce cinsel açlık çeken bir toplumun üyeleriyiz ne yazık ki.

Kayda geçmiş geçmemiş sokak tecavüzlerini geçelim. Konumuz ev ve aile içi tecavüzleri: Baba, amca, dayı tecavüzü, ağabey, kardeş, kuzen tecavüzü, evine gelen geline oğlu askerde ya da işteyken tecavüz... Bunlar resmi kayıtlara yansımayan sistematik tecavüzler.

Selin:

Hiçbir yere yansımıyorsa, neye dayanarak konuşuyorsun?

Kerem:

Ne güzel yönleniyor konuşmamız, müdahale etmek zorunda bile kalmıyorum. Bu konuda ilginç bir araştırma raporu geçti elimize Gökhan Beyin ofisinde... Zorunlu hizmetteki doktorların topladıkları bilgileri bir araya getiren bir rapor. Sorunun toplam boyutu hakkında tahminler var. Bilgiler ilk zamanlarda tamamen formatsız, her doktorun raporu farklı. Zaman içinde standartlar getirilmiş. Çok orijinal.

Gökhan:

O rapor elinize geçmemeliydi.

Kerem:

Bunun farkındayız.

Gökhan:

Bu konuda size açıklama yapmak zorunda değilim. “Geisha” ile bu raporun bir ilgisi yok.

Kerem:

Göreceğiz. Şimdiki konumuz halen “Geisha”.

Selin:

Tecavüz diyordun.

Gökhan:

Evet, iki tecavüzdü. Üç: Metres ya da yaygın adıyla kuma kültürü. Sakın anlattıklarımı “ne ilgisi var, o başka bir kültür grubunun olayı” diye geçmeyin. Sen yabancı olsan da, bu topraklar değil. Bu çok önemli.

Kuma kurumu da ciddi bir olgu; özellikle Kayseri, Konya gibi mutaassıp geçinen şehirlerde yaygın. Aslında Akdeniz, Ege ve Marmara dışında neredeyse her şehirde yaygın. Hatta bazı yörelerde kumaların gizli kalmalarına ya da ayrı bir evde yaşamalarına gerek bile yok. Hatta bazı yörelerde adları kuma bile değil, hepsi eş. Dört eşe kadar helal ya.

Selin:

Dört eşi de eşit sevebilirsen der, dikkatini çekerim. Böyle bir şey de zaten mümkün değildir.

Gökhan:

Kuran mümkün olmayacak şeylere değinecek bir yapıt değil.

Selin:

Sakın yaptığınız şeyi Müslümanlığa da uydurmaya kalkma!

Gökhan:

O işin şakası, referansı. Burada en önemli nokta: Toplum fazla göz önünde olmaması ve aileye zarar vermemesi şartıyla, hatta bazen kayıtsız şartsız değişik modelleri kabullenmiş durumda.

Toplum aileyi devletten değişik tanımlamış. En başta da kadınlar benimsemiş bunları. Erkekleri onların gereksinimlerini karşıladıkça, diğer kadınlara seslerini çıkarmayan eşler. Dikkat et, şehirlerdeki kuma modelinde çok farklı değil bu: Eşler kumanın varlığına ses çıkarmıyorlar, ama örneğin kumaya bir daire alındığını öğrenirlerse, çileden çıkıyorlar.

İlginç değil mi, aşağıladığımız toplum kesimleri kabulleniyor, bizim gibi aydın kafalılar kabullenmiyor alternatif toplum modellerini. Ne dersin Selin’ciğim?

Selin:

Cehenneme git.

Gökhan:

Olur. Sonuç: Dünyayı değiştirecek tek bir buluş yapmamış, yapmışsa da haberimiz olmamış yurdum insanı, toplumsal alt modeller oluşturma konusunda inanılmaz yaratıcı. Şu anlattıklarımın dışında da öyle kısmi modeller var ki, ben duyduğumda küçük dilimi yutmuştum. Hoş değil, doğru değil, ama kesinlikle ince düşünülmüş.

Örnek: Varoş eskort modeli[1]. Kapıyor bizim para babalarımız varoşların en güzel kızlarından birini, bir hafta giydiriyorlar, yediriyorlar, içiriyorlar, gezdiriyorlar. Memnun kalırlarsa, bir sonraki hafta bir arkadaşları aynı şekilde takılıyor onlarla. Muamelesi en iyi olanlar 7–8 arkadaş dolaştıktan sonra cebine üç kuruş konmuş olarak tekrar varoşa havale ediliyorlar. Sonra başka bir kız atıyor aynı turu bu çevrede. Kızların kültür şokunu düşün: O güne kadar varoşlarda yaşamış, minibüslerle eve gitmiş, üç kuruşa çalışmışken... Birden birinci sınıf elbiselerle dolaşıyor, seçkin partilere katılıyor, en iyi restoranlarda yemek yiyor, Boğaz gören evlerde yaşıyor... Ama sadece birkaç hafta, ondan sonra eski hayata dönüş.

Selin:

Siz de bunlara kol kanat geriyorsunuz! Geyşa mı yapıyorsunuz onları samuray?

Gökhan:

Geyşalık belli bir kültür ve görgü gerektirir, hatırlatırım. Bu alana girmeyi düşünmedik bile. Hem müşteri profilimizde, onlara talip olacak tipte insanların olmadığını umuyoruz... Ama tabii belli bir maddi olanağın olduktan sonra bazen belli olmuyor.

Selin:

8 milimetre: “Neden yapıyordu?”. “Çünkü yapabiliyordu.”

Gökhan:

Çok uç bir örnek oldu bu, ama... Genel olarak varlıklı insanların daha çok olanağı yarattığını ve değerlendirdiğini biliyoruz: Seks partileri ve namı diğer ayinleri, eş değişimi, vesaire, vesaire. Hem de uluslararası boyutta.

Selin:

Ya Gökhan, sen bu alanlara da girsene. Çok iyi becerirsin bunları da.

Gökhan Kerem’e “ben bu yorumları dinlemek

zorunda mıyım” diyen bir bakış fırlatır.

Kerem:

Selin Hanım, isterseniz sizi dışarıya alalım.

Selin “tamam, susacağım” anlamında iki

elini kaldırır.

Gökhan:

Yan koyda bekleyen Ruslar modeli: Canım alıp okumadığın Livaneli’nin kitabında da vardı bu örnek. Ailesiyle tatile çıkan adam, plajda arkadaşlarıyla jet skiye atlıyor, yan koyda bekleyen yatın içindeki Rus fahişeleriyle acele bir sevişip, hemen ailesine dönüyor.

Kerem:

Jet ski değil, Rus’u siki yani.

Erkekler kahkaha atar, Selin gayet soğuk onlara bakar.

Onlar da onu fark edip susarlar.

Gökhan:

Bu özellikle tesettürlü çevrede moda olmuş. Harika ya, en az şüphe uyandıracak anda, 12’den. İz yok, leke yok, denizin tuzu her şeyi siliyor.

(Selin’e bakarak) Bu arada Türk-Rus ilişkilerine hiç bakmayalım “toplumsal model” gözüyle.

Kerem:

Toparlayalım: Siz toplumda oluşan basıncın zaten bir şekilde çatlaklar oluşturmuş olduğunu iddia ediyorsunuz.

Gökhan:

Çatlak ne demek, resmen patlaklar var. İdeal diye dayatılan model iflas etmiş, haberimiz yok. Ek olarak gittikçe azalan evlenme oranları mı istersiniz, artan boşanma oranları mı, tek ebeveynin büyüttüğü çocuk oranları mı? Ya da öbür yanda ağızları koktuğu için sokakta elini yüzünü düzgün görüp 20 YTL’ye koynuna girmeyi öneren, hatta bunun için yalvaran üniversiteli kızlar mı?

Selin:

Ekonomik çöküşün belirtileri bunlar. Toplumsal yansımaları.

Gökhan:

Nedeni önemli değil, sonucuna konsantre oluyoruz. Zaten dünyadanın gidişatı belli: İzolasyon, anonimite, stres, baskı, gürültü, kirlilik, yapay besinler, eşitsizlik, iletişim çağı iletişimsizliği, vesaire, vesaire.... Biz politikacı değiliz, değiştirebileceğimizi değiştiriyoruz.

Kerem:

Bence bir çeşit anarşist politikacısınız. Kendi içinde bir çelişki gibi gelse de...

Selin:

Çeliski yok: “Sistemi degistirebilmek icin, onun bir parcasi olmak zorundasiniz”.

Gökhan:

Ne derseniz deyin, “Geisha” ile belli standartlar getiriyoruz. Metresler iyi giden evlilikleri bozan şeytani yaratıklar değil, tersine evlilikleri kurtarıyorlar. Araştırmalarımız bunu çıkardı ortaya.

Dediğim gibi, başta hedef kitlemiz evlilerdi. Bize başvuran ilk müşterilerimizin ortak özellikleri neydi biliyor musunuz: Hemen hemen hepsi boşanmak üzereydi, mutsuzdu... Hepsi hayattan tekrar zevk almaya, ailelerine bağlanmaya başladılar. Eşleri onları erkek yerine koyan tek varlık olmayınca, ara ara erkek yerine konmamak da koymaz oldu onlara. Bunun ilişki içinde nasıl bir güç oluşturduğunu tahmin edemezsiniz: Bir kadının restinin görülmesi. Bütün dengeleri alt üst eder.

Selin:

İlişki bir oyun senin için değil mi, bir güç savaşı?

Gökhan:

E, bir nevi öyle tabii. Aksini iddia etmekle duygusal mı olunuyor?

Selin “cehenneme git” anlamında bir tepki verir.

Gökhan:

Evlilik ve tek eşliliği insanın doğasına aykırı gördüğüm için, boşanma ve aldatmalar da kanımca doğanın yanıtı. Sistem yanlış varsayımlarla kurulursa, tabii ki istenmeyen sonuçlar verir.

Selin:

Alternatif sistemimizi kurmuştuk sanıyordum.

Gökhan:

Canım, alternatif tek bir sistem olamaz. Her zaman paralel işleyen değişik sistemler olmalı, çünkü insan doğaları da değişik. En inanmadığım evlilik müessesi bile insan nüfusunun tahminimce %5’i için ideal bir çözüm. Bunun için de yüzyıllar sonra bile hala varlığını sürdürüyor olacak; marjinal bir modele dönse de, yeraltına kaçmak zorunda kalsa da. Bizim... Yani Alter-Native’deki modelimiz bir açılımdı; evliliğe alternatif getirirken, tek eşlilik temelleri üzerine oturduk.

Selin:

Ya, istersen evliliği baz alıp, tek eşliliği atalım, bir eş değişimi şirketi kuralım.

Gökhan:

Dalga geçiyorsun, ama Alter-Native’i de böyle beyin jimnastikleriyle kurduk ve geliştirdik.

Selin:

Ama herkesle her işe giremezsin, özellikle de prensiplerine ters düşüyorsa. Değil mi!

Gökhan:

Aynen öyle! Tek eşlilik senin için tabu, ona tapıyorsun. O yüzden sana bu fikrimi açmayı bir an bile düşünmedim.

Geisha Entertainment’i Alter-Native gibi tek eşlilik değil, evlilik temeli üzerinde oturttuk. Bu yüzden modele başta bir çeşit evlilik “plug-in”i diyorduk.

Kerem:

“Plug-in”! Analoji! Hmm, yaratıcılık teknikleri kullanıyoruz galiba...

Gökhan:

Her zaman... Buralarda herkes havadan beyinciklerine bir fikir ineceğini, o şekilde köşeyi döneceğini umuyor. İstisnalar dışında fikir işleri bile öyle yürümüyor. Altyapısız fikir, kontrolsüz güç gibi.

Kerem:

Yaratıcılık teknikleri, artı... Rafine bilgi! Geisha kültürünü de yerinde araştırdık yanılmıyorsam.

Gökhan:

Doğru. Ortağım Ufuk Japonya’da bu amaçla aylarca araştırma yaptı biz şirketi kurmadan önce.

Selin:

Geyşalığın muallak bir konu olduğunu da mutlaka öğrenmişsinizdir o esnada... Onların aslında etlerini satan fahişeler olmadıklarını.

Gökhan:

İşine geldiği için inanıyorsun buna. Yani Japonların da inanmamızı istediği şeye. Ansiklopediyi açınca karşına çıkacak şeye. Batılıların kimono giymiş fahişelere geyşa diye diye, onların adını kötüye çıkardığına. Böyle olması işine geliyor.

Kerem:

Oysa geyşalar...

Gökhan:

Geyşalar tabii ki ilk derecede -halk dilindeki anlamıyla- elit bir eskort hizmeti. O özellikleri olmasa, lüks fahişeler pazarı kapamış olurdu. Gel gör ki bazı özel müşteriler parayı onların adap ve kültürlerine sayıyorlar. Pek tabii ki onlar da, tabiri caizse, etlerini de birlikte satıyorlar. Evet, gelenek böyle başlamamış, ama sanırım son bir yüzyıldır bu böyle... Belki etlerini de sattıkları için başka bir isim vermek gerekirdi onlara, ama bu sonucu değiştirmez.

Zaten biraz şüpheci biri, resmi tanımdaki çelişkileri fark eder: En başta evlenmeleri yasak. E, evlenmiyorlarsa, müşterileriyle de cinsel ilişkiye girmiyorlarsa... Yani bir hayat boyu cinsellikten vazgeçmek, parası ne kadar iyi olursa olsun, biraz ağır bir fiyat değil mi? Ha, yoksa, erkek geyşalarla kendi aralarında mı hallediyorlar onu. O da iyi fikir aslında ya...

Kerem:

Sizi yönlendirmeme gerek kalmiyor. Bir sonraki hedef kitleniz: Erkek geysalar!

Selin:

Bayılıyorum senin hedef kitle genişletme sevdana.

Gökhan:

Evet, Alter-Native’de tıkanan bir alandi.

Selin:

Evrim’in ağzıyla konuşuyorsun.

Gökhan:

Selincim, Alter-Native kendi içinde şıkışıp kalan bir iş alanı. O konuda Evrim haklıydı biraz önce. Bir istatistik yaptım üyeler arasında: % 34’ü yurtdışında en az üç yıl yaşamış liseden sonra. %25’i mühendis, kalanların %17’sinin diploması pozitif bir bilimden. % 12 en az yüksek lisans sahibi, yani tez yazmış. %11’i yabancı kolejlerden mezun. Bunlardan herhangi birine girmeyenlerin oranını merak ediyor musun? Söyleyeyim: %10. Bu sayı senin için bir şey ifade ediyor mu? Bu demek ki, kontrolsüz büyürsek kendi içimizde çökeriz. Herkes altı aylık ilişki kültürümüzu kaldırabilecek duygusal güçte değil. İstanbul’da bile.

Selin:

Bunu neden şimdi öğreniyorum? “Evrim, modelde zayıf noktalar olabilir, ama en başından beri yaptığımız gibi bunları konuşur, çözümlerimizi buluruz”. Bunu söylerken kahraman kesilmistin.

Gökhan:

Selin, baştan beri Alter-Native’e kastetmişim imajı yaratmaya çalışıyorsun. Yeter. Kabak tadı verdin. Ne dedim ben? Paralel sistemler olmalı. Tabii ki iki şirketimin de başarılı olmasını istiyorum.

Kerem:

Şey... Hmmm... Hedef kitlelerde kitlendik... Bir türlü o konuya geçemiyoruz...

Gökhan:

Hedef kitleler... Çok önemli bir nokta: Asla bilmediğimiz kültürlere hizmet etmeyiz.

Prensip olarak, bir haftalık bir mavi tura birlikte çıkmak istemeyeceğimiz insanları muşteri olarak kabul etmiyoruz. Kriteri boyle koyduk. Bu Alter-Native’de de böyle.

Bakmayın yani tüm o “ortalama halk”ın kuma geleneklerini falan anlattığıma... O sadece bu toprakların nelere alışkın olduğunu gostermek içindi. Bilmediğimiz kültürlere medyatikler de giriyor orneğin: Ünlüler, daha ünlü olmak icin yırtınanlar, magazin insanları... O alan tehlikeli. Hem zaten o insanların kendi doğal modelleri var.

Kerem:

Hedef kitlelerinize kimler girmezdi değil, hedef kitleleriniz hangileriydi, lanet olsun!

Gökhan:

Acelemiz mi var?

Kerem:

Evrim Hanım yan odada beklemiyor mu?

Gökhan:

Ona birkaç tane zor Sudoku verin, zamanın nasıl geçtiğini anlamayacaktır.

Selin:

Anlat, Gökhan, uzatma.

Gökhan:

İyi eğitimli ve gelir düzeyi yüksek evli erkeklerle başladık. Geyşaların da ilk müşteri profili Japonya’da aynıydı: Zengin ve beşik kertmesi sistemiyle evlendirilmiş erkekler.

Çok kısa zamanda gördük ki, metres-geyşa kültürü birçok müzmin bekarımıza, evlilerden de cazip gelen bir tema. Ne de olsa ugraştıkları, baktıkları bir kadın yok hali hazırda. Bundan dolayı da geyşalarımızın değerini daha iyi bilecek ve gösterecek durumdalar. Yani hem muşteri bağlılığı daha yüksek, hem de muşteri profilleri daha uygun, bu da çalışan memnuniyetimizi ciddi olarak arttıracak boyutta. Kadınlara sürekli fazla şey vaad etmekten korkan bir kesim. Aile, çocuk gibi kaygıları kalmamış ya da henüz oluşmamışlar. Özellikle yeni boşanmış ve evlilik kurumunun bir daha yakınından geçmek istemeyenler.

Selin:

Böyle bir üye “cluster”ımız var.

Gökhan:

Selin’cim biliyorum, ama bunlar ilişkiden de umudu kesmiş insanlar. İnanmayacaksın ama, “Geisha” için gelip, Alter-Native’e yönlendirdiğim iki kişi oldu. Daha duygusallardı, istedikleri...

Selin:

Ya, öyle mi? “Duygusal”ları mı yönlendiriyorsun Alter-Native’e?

Gökhan:

“Geisha” müşterilerine göre evet. Alter-Native müşterileri her şeyden önce yüreklerini kısmen de olsa açmışlar, güzel bir ilişki yaşama özlemleri var. “Geisha” müşterileri ilişki ve sorumluluk sözcüklerini duymak bile istemiyorlar. Kimse onlara bir şey soramaz geyşalarımızı üç gün üst üste çağırdıklarında ya da iki hafta hiç aramadıklarında. Önceden söylemek zorunda da değiller, spontane bile çağırabilirler. Gerçekten hiç bir sorumluluk yok.

Sonra oyunun şartları belli, kartlar açık. Örnek: Müşteri anal seksten mi hoşlanıyor; haftada belli bir sayıyı geçmemesi şartı ve belli kibarlıklar çerçevesinde bunu yapabilmesi garanti. Genel olarak geyşaların, cinsel talebi reddetmesi düşünülemez. Sadece cinsel ihtiyacı belli bir sınırın üstünde olan müşterilerimiz bir bonus öderler, tekrar iki taraf da memnun ayrılır.

“Geisha”da ilişkiler tamamen kibarlık ve saygı üzerine kuruludur. Şefkat ise sadece yasak değildir!

Selin:

Son cümle gayet yeterliyken, bu kadar somut örnekler vermek zorundaydın.

Gökhan:

En güzel anlatım yöntemi somut ve çarpıcı örnekler vermektir canım, bunu biliyoruz.

“Geyşa” müşterileri, Alter-Native’dekilerin aksine kendi hallerinde ağır kariyer insanları, arkadaş çevreleri yok. Düzenli görüştükleri birkaç kişi varsa da, onlara arkadaş diyemeyiz: İş tanıdıkları, ortaklar, müşteriler, partnerler... O yaştan sonra da arkadaş çevresi kurmaları da zor zaten. Bu zaman ister, bizimkiler de onu tamamen islerine veriyor. Hayatlarını “verimli” yaşamak zorundalar. Eksikleri cinsellik ve entellektüel sohbetler. Geyşa modeli bu özlemlerini gideriyor.

Selin:

“Asosyaller kulübü”.

Gökhan, Selin’in sürekli olumsuz fikir belirtmek için

araya girmesinden sıkılmış olarak önce tavana, sonra

Selin’e bir bakış atar. Bakışta “artik seni ciddiye

almayacağım” ifadesi. Bundan sonra da Gökhan Selin’in

tepkilerini duymuyormuş gibi konuşmaya devam eder.

Gökhan:

Yurtdışından tarzı bize uyan iki ajans ve bir menajerle ortak çalışıyoruz. Kadınlarımıza yurtdışından ciddi talepler oluyor. Bazı kadınlarımız da yurtdışında çalışmayı yeğliyorlar haklı olarak. Sonuçta bahsettiğimiz kadınlar, müşterileri kadar kültürlüler ve iyi ailelerden geliyorlar. Sosyal ve alımlılar. Ve ne yazık ki güzel arkadaş çevrelerinde, bunca ciddiye alınacak talibe karşın aylar ve yıllarca yalnız kalmayı yeğlemeleri anlaşılmıyor.

Geyşalarımıza sevgili yasağı getirmeye gerek duymadık, çünkü onlar bir sevgilinin hiç de iyi bir fikir olmadığının fazlasıyla bilincinde.

Selin:

Ya ben anlamıyorum, bu tür kızlar nasıl böyle bir yola...

Gökhan:

Dalga geçiyorsun herhalde. Bir kere iş hayatı ve kariyer bir kadının doğasına ters.

Selin:

Dinciler gibi konuşuyorsun.

Gökhan:

Onlarla vardığımız sonuç aynı da olsa, çıkış noktalarımız farklı. Bunu dört eşlilikte de gördük demin. Haklı oldukları yerde haklılar.

Bir: Bize tek eşliliği medeniyet olarak sunmalarının da tek nedeni zaten, diğer alternatifleri kitlelerin kaldıramayacak olması. Dikkat et, biz sadece marjinal modeller yaratıyoruz belli kesimler için.

İki: Kadını iş hayatına sürmek, ülkelerin geleceği için çok önemli. Kadınını çalıştırmayan milletler yarımdır. Kadın, katma değere büyük katkı sunacak bir varlık. Ama milletler arası ekonomik çekişmeler savaşlara ve sömürülere varacak boyutta olmasa, buna gerek kalmazdı. Şimdi ben bir kadın çalışamaz, kariyer yapamaz, başarılı olamaz demiyorum. Bunları yaparken doğasına ters düşüyor diyorum. “Erkek gibi kadın” örneğin bu açıdan çok gerçekçi, bir o kadar da acıklı bir deyim.

Selin:

Geyşalık kadının doğasına ters düşmüyor çünkü her kadın geyşa doğuyor. Tövbe ya...

Gökhan:

Tamam, kabul. Her şeyden önce özlemini çektikleri ve en dolu yaşadıkları duyguyu köreltiyorlar: Aşk! Ama bir çevrene bak, yıllar ve “ömürler boyunca” aşksız kalmak için de geyşa olmak gerekmiyor, değil mi! Burada geyşa olmak ya da olmamak, aşk bağlamında şu demek: Aşık olma olasılığının çok az olması ya da sadece az olması!

Selin:

İş hayatı aslında...

Gökhan:

Sakin bana iş hayatını boyamaya kalkma. Özellikle Türkiye’de kadınların iş hayatı, çevrelerinde onları yatağa atmaya endeksli bir sürü köpekbalığıyla başlıyor ve bu konuda bir değişiklik olmuyor. Sevgilin olduğunda ya da olduğunu iddia ettiğinde köpekbalıkları azalıyor, evli olunca neredeyse sıfırlanıyor.

Çok komik, bu senaryoda da evlenmeyi iş hayatında rahat etmek için bir araç olarak görüyoruz. Ama birçok yerde olduğu gibi iki yanlış bir doğru etmiyor.

Kerem:

Ben...

Gökhan:

Ya kişiliğini oturtamamış adamlara raporlamalar yapmak zorunda kalıyorsun ya da seni kıskanan zehirli kariyer kadınlarına. Ezilen sözüm ona kadınlar. En büyük düşmanları yine kendileri. Ne trajedi ama! değil mi Selin’ciğim...

Selin sessiz kalır.

Gökhan:

E, Avrupa’daki gibi geçimini sağlayabileceğin yarı zamanlı işler de yok. Geriye ya miras parası yemek kalıyor, ya baba parası ya da koca parası. Ha bak, koca parası yiyenlerle ilgili de... Çalışabilecekken evde oturmak için evlenen kadınlarla geyşalar arasında çok fark yok bence: Hepsinin görevi eşlerini mutlu etmek. Ha bunu evlilik cüzdanı, akşam yemekleri, çamaşır, bulaşık ve çocukla yapmışsın, ha profesyonel olarak eğitilmişsin bunlardan daha da önemli konularda. Profesyonel olanı, ülke ekonomisine giriyor en azından: Geyşalarımızın hizmeti vergilendiriliyor!

Selin:

Saygısızlık etme.

Gökhan:

Sistemin parçası geyşamsı eşler ve sistem dışına itilmiş bizim gibi gerçekçi modellerin parçası geyşalar. Prensipte ikisi de aynı. Çalışmayan eşler devletçe tanınan geyşalardır. Üniversite falan okumuşlarsa devlet sponsorluğunda bile diyebiliriz.

Selin:

Oha!

Gökhan:

Niye? Fahişe demiyorum bak. Karıştırma. Metresler, kumalar, geyşalar da tek eşliler. Tek erkekleri var.

Selin:

Tek eşliliği sevmeye mi başlıyoruz yoksa?

Gökhan:

Sen de rahatlamaya başladın bakıyorum...

Selin yine sert bir bakış fırlatır.

Gökhan:

Çok umurumda sanki rahatlaman. O ilişkimiz zamanındaydı canım. Acılı oldu, ama geçti.

(Selin tam söze girmeye kalkarken.) Soruna yanıt verecek olursam: Kabul etmek zorundayım, partnerinin sana sadık kalması, bunu bir arayışta olmadığı için, tamamen kendi iradesiyle yapması, seni aldatmaması güzel... Es değiştirenler bile gerçek eşlerinin bir şekilde kendilerine sadık kalmalarını isterler. Bu cinsel açıdan olmak zorunda değil. Evet, aslında sadakat kavramını bu günün insani çok ilkel algılıyor. Yüzeysel! Tek boyutlu! Sadakat eşittir cinsel sadakat.

Oysa örneğin aile içi hassas konuları arkadaşlarınla tartışman da bir çeşit sadakatsizlik olarak görülebilir. Sonuçta evde karşılayabileceğin bir gereksinimin, dışarıdan karşılanması. Tanım buysa, kriter buysa. Hele bu dertlerini paylaştığın kişi, eski bir arkadaşın değil de, cinsel sempati duyduğun, yani uygun fırsatta cinsel ilişkiye girmek isteyebileceğin biriyse... Kadınlar hep sorar, “aranızda bir şey var mı”? “Yattınız mı” demek isterler. “Yok” dersin, yalan da değildir. Rahatlarlar. Oysa en büyük aldatma gerçekleşmiştir zaten.

Ama yok, en çok dokunanı, en ileri nokta görüleni cinsel aldatma. Et boyutundaki. En basiti. En doğal güdümüzün sonucu olan... Bana komik geliyor. Ama anlattığım türdeki sadakatsizlikler... Onları ben de kaldıramam...

Sevgilim benimle olan sorunlarını arkadaşlarıyla paylaşacak, sonra hepsi benden nefret edecek, onun çevresine girerken rahatsızlık duyacağım, hatta onun arkadaşları ile zaman geçirmek istemeyeceğim, sonra da onun önce çevresinden, sonra da kendinden kopacağım. Sağ ol, almayayım. Gitsin biriyle yatsın daha iyi.

Selin:

Böyle bir şey basına gelmiş gibi konuşuyorsun.

Gökhan:

Sen de cinsel aldatılma basına gelmiş gibi konuşuyorsun.

Selin aniden Gökhan’ın üzerine yürür. Kerem araya girer,

Selin’i tutar, sakinleştirir.

Gökhan:

Artık şimdi alabiliriz herhalde hanımefendiyi yan odaya. Saldırganlık son gereksinim duyduğumuz şey herhalde.

Kerem:

Bu seferlik görmezden geliyorum, ağır konuştunuz.

Gökhan:

Peki. Soruna dönecek olursak: Evet, başıma geldi. Kesin olarak inandığım bir şey var: İlişkin hakkında başkalarıyla konuşuyorsan, ya ilişkin bitmiştir ya da zayıf karakterlisin. Her halükarda o ilişki lüks! Dürüst ol, onunla artık konuşamayacağını düşünüyorsan sağlığın için ilişkini bitir, zayıf karakterliysen de karşındakinin sağlığı için.

Kerem:

Tamam, yeter bu kadar sadakat teorisi... Ben hala şu hedef kitle genişletme fikrinizi dinlemek için bekliyorum... Ya ya ya, şa şa şa, “Gei-Sha”, “Guy-Sha”, “Gay-Sha” çok yaşa...

“Gei-Sha”, derken Japon selami verir, “Guy-Sha”

derken bir eliyle uckurunu tutan vucut gelistirmeci

taklidi yapar, “Gay-Sha” derken escinsel taklidi.

Yeter artık geyik muhabbeti. Anlatın...

Gökhan:

Model sürekli gelişiyor tabii ki. Bir evlilik “plug-in”i olarak başlayan şirket, bekarlara hizmetle kendi başına bir yazılım olmuştu. Şimdi yeni “plug-in”lere gereksinim duyacaktı.

Kerem:

Bir yazılım geliştirir gibi geliştirdiniz!

Gökhan:

“Komik olma, Kuzen Larry”! Yazılımımızı da paralel geliştiriyoruz tabii ki. Hatta önce yazılım! Yazılımda olmayan hiç bir özellik hayata geçirilmiyor. Rica ederim, bilgi çağında yaşıyoruz. Bizi primitif şirketlerle karıştırmayın...

Kerem ters ters bakar.

Gökhan:

Evet, hizmet yelpazemizi kısa bir sürede genişlettik. Ilk adımda, Guy-Sha’yi kurduk, erkek geyşa hizmetimiz. Lüks jigolo hizmeti dersem daha iyi canlanır belki kafanızda. Başlamadan böyle bir olguya artan bir talep olduğunu gördük ve sonra da müthiş bir başvuru ile karşılaştık. Hedef kitlemiz yaşını başını almış, hali vakti yerinde, sağlıklı kariyer ya da miras kadınları.

Selin:

Kokanalar.

Gökhan:

Nefretini kendine sakla, Selin. O yaşta sen de birden ortada kalabilirsin. Yoğun iş temposu, koruman gereken standartlar... Hem maddi, hem de sevgili standartları... Kolay değil, doğru birini bulmak ve yitirmemek. En guçlu kariyer kadını için bile. Çünkü her ilişki başlangıcı, kalkanları indirmen demek.

Selin:

Senin hiç yapmadığın gibi.

Gökhan:

“Guy-Sha” konusundaki aydinlanma anı, geyşalığın zaten Japonya’da da erkeklerle başlamış olduğunu hatırlamamızla oldu. Bu gerçeği göz önüne getirince, “Gay-Sha” da kendiliğinden doğdu. Çünkü o dönemin Japonya’sında da muşteriler kadın değildi tahmin edebileceğiniz üzere.

Kerem:

Bu kadar şirket, bu kadar model. Kaçan kurtulur sizden!

Gökhan:

Teveccühünüz.

Kerem:

Uygulamayı anlatın biraz da. Püf noktaları, ilk aklınıza gelenler...

Gökhan:

Evet, şimdiye kadar bu kadar konuştuk, ama somut bir resim çizemedik. Doğru.

Evet, en önemli nokta zaman sınırlaması. Alter-Native’deki sözleşme mantığı burada da olmak zorunda. Yoksa olay fahişeliğe döner. Asgari geyşa kiralama suresi bir yıl. Bir ilişkideki olası komplikasyonlar söz konusu olmadığı için altı ay kısa geldi bize. Sürenin uzun olması birçok açıdan önemli. Her şeyden önce müşterilerimizin amacının değişik kadınlarla cinsellik olmadığından emin olmak zorundayız.

Sağlık bizim için en kritik alanlardan birisi. Geyşalarımızın ve müşterilerimizin başka insanlarla korunmasız ilişkide bulunmaları tehlikeli. Kendi karısı hariç. Yoo, hatta bazı durumlarda kendi karısı dahil. Ne bileyim, kadın cinsel aldatma sürecindeyse falan. Öyle ya, bizimkiler tutuyorlar geyşalarını, e bazı eşler de armut toplamıyor herhalde... Şimdi hatırladım, gecen ay bir çift gelmişti, ikisi de geyşa istiyordu. Ne zaman olacak diye beklerken biz...

Neyse. Müşterilerimizi en başta sağlık kontrolünden geçiriyoruz. Her türlü cinsel ve bulaşıcı hastalık testinden geçiyorlar. Düşünün, bu gerçek hayatta bile yok. İlişkiye gireceğiniz insandan bunu bekleyemezsiniz. Güvene dayanır bu karşınızdakinin sağlıklı olduğu inancı. Oysa sakladığı ya da bilmediği bir cinsel hastalığı olur insanların bazen.

Neyse, tabii geyşalarımız da sürekli cinsel muayeneden geçiyor. Onlar özellikle dikkat etmeli, çünkü erkeklerin sadece taşıyıcı olduğu birçok hastalık var. Korunmasız ilişki onlar için özellikle riskli. Gerçi kadınlarda da cinsel hastalık fazlalığı yaşıyoruz ya şu günlerde. Neyse... Yooo, neyse değil. Tam bu fenomen önemimizin altını bir kere daha çiziyor: Biz aldatmayı kontrol altında tutuyoruz, doya doya aldatmanın cinsel hastalık bulaştırmaya neden olmak zorunda olmadığına güzel ve hatta belki de tek örneğiz.

Kerem:

(Kahkaha.) Doya doya aldatmayla, korunmasız cinsellik demek istiyorsunuz.

Selin:

Evet, o korunmayı hiç bir zaman sevmemiştir.

Kerem:

Şey, bu kadar özelini sormamıştım tabii. Ama tabii bu açıdan bakıldığında... Belki de bu kadar model üretmenizin motivasyonu, korunmasız cinsel hayatınızı çeşitlendirmek ve renklendirmek...

Selin:

Hasiktir! Sen geyşalarla şahsen mi... Yooo...

Gökhan:

Merak etme canım, biz birlikteyken kimseyle birlikte olmadım. Seni aldatmadım yani, için rahat olsun.

Selin:

Ama sonrasında seri halde, ha... Vay be...

Gökhan:

Şimdi, tabii... Yani... E, geyşaların da bir kalite kontrol testinden geçmeleri gerekiyor tabii. “Ben yatakta iyiyimdir, herkesi mutlu ettim şimdiye kadar” diyenleri hemen işe almamızı kimse bekleyemez. Sonuçta çok iyi tanıman çok önemli. Her sektörde bu böyle.

Selin:

Seni adi herif, aşağılık mikrop.

Selin tekrar Gökhan’a saldırmaya çalışır. Tekrar

Kerem araya girer, Selin sakinleşinceye kadar onu tutar.

Kerem:

Tamam, anlaşıldı. Selin Hanim, bir süreliğine odayı terk etmenizi rica edeceğim. Biraz sonra sizi tekrar çağıracağız.

Selin:

Hayır, bunu sonuna kadar...

Kerem:

Bu konudaki kararım kesin.

Selin:

Ama bu benim hakkım...

Kerem:

Haklarınızı avukatınız okusun size isterseniz. Burada bunları buraya kadar dinlemenizi bana borçlusunuz. Sizi burada tutmayabilirdim de. Şimdi lütfen kendiliğinizden gidin, içeri birini çağırmak zorunda kalmayayım.

Selin kapıyı sertçe açıp, çarparak dışarı çıkar.

Kerem, Gökhan

Sorgu Odası

Gökhan:

Şu kararı daha önce vermiş olabilseydiniz, çoktan bitmişti işimiz. Acelesi olan da sizsiniz!

Kerem:

Bunları dinlemesi, dediği gibi hakkıydı. Sonuçta halen ortağısınız onun. “Bana ortağını göster, sana kim olduğunu söyleyeyim”.

Gökhan:

Sizin amacınız bizi parçalamak mı?

Kerem:

Cinayetten beri resmen parçalanmış olduğunuzu hatırlatayım. Cinayet konusunda siz ikinize bir sorumluluk yükleyemiyoruz evet, ama Alter-Native hiç bu ülkenin ahlak yapısına...

Gökhan:

Bu ülkenin ahlak yapısını anlattım size. Olmayan ahlaki geri getiren modellerdir bizimkiler. Farkımız kurallarımızın olması.

Kerem:

Demagoji bana dokunuyor. Siz modelinizi anlatmaya devam edin.

Gökhan:

Eşleşmeler! Birçok konuda Alter-Native’den kopya çektiğimizi fark etmişsinizdir. Bu konuda da öyle yaptık. Uyum analizleri, testler. Söyle söyleyeyim: Bizim aracılığımızla esleştirilen çiftler, herhangi bir başka ortamda tanışsalardı, yine birbirlerinden etkileneceklerdi. Bunu iddia ediyoruz.

Bunu kafanızda daha iyi canlandırabilmeniz için şunu ekleyeyim: geyşalarımızı seçerken herhangi bir sektörde faaliyet gösteren saygın ve tam profesyonel bir şirket gibiyiz. Yüz yüze görüşmelerden önce mutlaka özgeçmişleri tararız. Üniversite mezunu olmayan geyşamız yoktur, çoğu Türkiye’nin saygın üniversitelerindendir. Yurtdışında mastır yapmışları bile var. Hepsi kitap kurdudur, geniş yelpazede müzik dinlerler, filmleri takip ederler, yerel ve global gelişmeler konusunda fikir sahibidirler, vesaire. Düşünün, yabancı dil bilmeyen sadece birkaç geyşamız var. Onların da bu açıklarını kapatmak için nasıl bir birikime sahip olduklarını düşünün.

Kerem:

Reddedilen bir geyşa adayının sizi ele vermesinden korkmuyor musunuz?

Gökhan:

Geyşalarımız, geyşalık sertifikaları almadan, gerçek kimliğimizi öğrenemiyorlar. Öğrendiklerinde de zaten geyşalığa kabul edilmiş oluyorlar. Ortağım Ufuk ile geyşalarımızla seviştiğimizi belirtmiştim. Ama o seçilmelerinden sonra. Cinsellik testlerinin ilk etabı Uzakdoğu’da seçtiğimiz bir okulda gerçekleşiyor. Orada eğitiliyorlar. Tabii kendilerini neyin beklediğini bilerek gidiyorlar oraya, program tüm detaylarıyla ellerine geçiyor imza atmalarından önce.

Kerem:

Geyşa okulları?

Gökhan:

Hayır değil. Japonya’yı bu konuda otorite kabul etmiyoruz. Japonya’daki seks anlayışı bizim Akdeniz tarzına uyum göstermiyor. Biz daha çok Shibumi’de geçen tarzda bir okulun izini sürdük ve aradığımızı Taoist bir Budist okulunda bulduk. Tayland’da. Bir okul bu kadar mı iyi mezunlar verir. Her kadını dünyanın en zarifi, her kadını dünyanın en fahişe bakışlısı. Öyleleriyle burada ikinci bir test etabına girmek kadar insani mutlu eden bir şey yok. Resmen içim acıyor herhangi birine yeni bir müşteri çıktığında.

Kerem:

Siz modelinizi bulmuşsunuz.

Gökhan:

Geyşa testçisi olarak mı? Evet, sanırım hayatımın sonuna kadar bunu yapabilirim. Ne aşk, ne ilişki ne de kadın.

Mutlu bir gülümsemeyle dalar bir an.

Gökhan:

Zaten ben size bir şey söyleyeyim mi: Kadınlardan uzak duracaksınız. En tehlikelisidirler. Çok kötü alışkanlık yaparlar. Biliyor musunuz, Osmanlı’da işini gördürmek için önce rüşvet gönderilirmiş. Ona kanmayanlara kadın. Düşünün parayla alamadığını o yolla aldırıyorsun. Parayla ölçülemeyecek kadar tehlikeli.

Kerem:

Kadına da kanmayanlara ne olurmuş?

Gökhan:

Onlara da silah gönderilirmiş.

Kerem:

Beyinde bir kurşun formatında!

Gökhan:

E, biraz öyle tabii.

Kerem:

Evet, ne kadar metaforik, değil mi: Ya kadın, ya ölüm.

Gökhan:

Pek bir şey değişmedi bu konuda. Düşünsenize, Atatürk gibi bir adam, yüzyılın vizyoneri... Tarihte ilk kez sömürgeci güçleri bir ülkeden kovuyor ve İslam dünyasına dünya tarihi boyunca örnek olacak bir model ülke kuruyor. Ama bir kadınla üç yıl bile birlikte kalamıyor. Bu örnekten öğreneceğimiz şeyler var.

Kerem:

Buna çözüm olarak da bir modeliniz vardır herhalde.

Gökhan:

Ben çözümü doğu felsefesinde buldum. Hiç bildiğiniz bir aydınlanmışın bir kadınla ilgisi var mı?

Kerem:

Gandhi?

Gökhan:

En sevdiğim örnektir. Gandhi’nin belli bir dönemden sonra karısıyla cinsel ilişkisini kestiğini bilmiyorsunuz tabii. Bu aslında gerçek bir aydınlanmış olduğuna en kesin işarettir.

Kerem:

İlginç... Eşcinsel aydınlanmış da olmamıştır herhalde. Sorun kadınlar mı, genel olarak duygusal-cinsel ilişkiler mi?

Gökhan:

Evet, sonuncusu herhalde. Erkekler bir seçenek olarak aklıma gelmediği için... Aslında işimin bir parçası oldu artık, gelmeli değil mi?

Kerem:

Siz daha iyi bilirsiniz.

Gökhan:

Neyse, sonuçta derin meditasyonlarla dakikalarca orgazm duygusunu tadanlar varmış uzakdoğuda. Yarım saate kadar çıkıyormuş bu süre. Bunun mümkün olduğuna inanıyorum. Bir gün öğreneceğim bunu, Viagra’ya gerek kalmadan. Çözüm bu! Başka bir model değil.

Kerem:

Hmmm... Geyşalarınıza dönelim. Modelinize.

Gökhan:

Geyşalarımıza, o yılki müşterilerinin ya iş yerlerine ya da evlerine yakın bir daire tutuyoruz. Genellikle müşterimiz çok çalışıyor ve evini bir çeşit otel olarak kullanıyorsa, işyerine; evliyse ve özellikle çocukları varsa, evine yakin. Kendisi nasıl daha rahat ediyorsa.

Evine yakın olmasını istiyorsa, bir şekilde ailece uydu şehirlere taşınmalarını sağlıyoruz. Geyşaları da aynı binaya yerleştiriyoruz. Sağ olsun uydu şehircikler, bazı olanaksız şeyleri de olanaklı hale getiriyorlar. Başlarda nefret ederdim o çirkin gökdelenlerden, bugün en iyi müşterilerimden bazılarını onlara borçluyum: İstanbul’da esi şüpheci ve güvensiz ne kadar insan varsa, hepsi müşterimiz. Düşünsenize, adam bir sigara almaya çıkacağım diyor ve bir “quicky” yapıp geri dönüyor. Terlemeden!

Kerem:

Eminim “quicky”ler de müşterilerinizin en favori pratikleri arasında.

Gökhan:

Evet, eşleriyle bunu yapamadıkları için evliler açısından öyle. Uzun sevişmelere konsantre olamadıklarından kariyer canavarları için de öyle... Zaten kariyer canavarları... Sakın yanlış anlamayın, bu tabiri onlara saygı duymadığım için kullanmıyorum, tam tersine onlar ülkemizi ileriye götürecek olanların başında onlar geliyorlar. Neyse, zaten kariyer canavarları, iş yerlerinin yakınlarında istiyorlar geyşalarını, çünkü günde en az iki üç kere “quicky”leri için iş yerlerinden ayrılıyorlar. Yarım saat içinde dönmüş olmaları şart. Yoksa tempolarından çıkarlar. Bu süre içinde geri dönebilecekleri kadar yakın geyşaları. Düşünün!

Kerem:

Cinsel gereksinimi yüksek müşterilerinizin ek prim ödediğinden bahsettiniz.

Gökhan:

A, tabi. Emin olabilirsiniz, üç yıl üst üste böyle bir müşteriye düsen bir geyşamız, hayatının sonuna kadar faiziyle yaşayabileceği finansal kaynağı garantilemiştir. Hem de alıştığı standartlarda.

Bir darboğazı var tabii bunun: Bu tür bir hizmeti sadece özel geyşalarımız veriyorlar, belli bir duygusal sağlamlıkta olanlar. Onlar da, eğer müşterileri gerekli şefkati gösteremiyorsa, daha... Duygusal demek istiyorum ama...

Kerem:

Daha duygusal sevişmeler için size geliyorlar.

Gökhan:

Bunu nasıl anladınız?

Kerem:

Sağlıkları konusunda çok hassassınız. Başkaları ile sevişmelerini istemezsiniz.

Gökhan:

Bizden çok, onlar istemiyor.

Kerem:

Bayağı meşgul bir adamsınız: Test sevişmeleri, teselli sevişmeleri...

Gökhan:

Teveccühünüz.

Kerem:

Ne teveccühüm olacak be. Kurmuşsunuz altyapınızı. Bazıları Brunei Prensi gibi servetleri sayesinde istedikleri kadınları haremlerine konuk ediyorlar. Bazıları tarikat kurup, kendilerini guru ilan edip, hayatın anlamını bulamamış bir dolu kadınla kuruyorlar haremlerini. E, bazıları da bu işi modellerle çözüyor demek.

Gökhan:

O etapta beni çok yanlış tanımışsınız işte. Ben hiçbir zaman sadece cinsellik üzerine kurulmuş bir müessese ile ilgilenmedim. Her zaman insanların hayat kalitelerini kalıcı arttıracak çözümler üzerinde çalıştım. Beni bunlar tatmin ediyor sadece. Cinsellik güzel bir bonus, asla amaç değil.

Kerem:

Modern bir anarşistin itirafları!

Gökhan:

Mevcut düzenle yetinmemek anarşistlik için yetiyorsa...

Kerem:

Modelinize dönelim. Siz geçiminizi nasıl sağlıyorsunuz? Yani geyşalarınız için her şeyin mükemmel olduğuna eminim, Türk erkeğini fazlasıyla iyi tanıyorum. 50 YTL daha az kira vermek için yarım saat pazarlık eder, ama eğlence ve özellikle kadına gelince olmayan parasını bile dağıtır.

Gökhan:

Evet, kadınlara yedirdikleri paraların haddi, hesabı yok. Milli servet bu yolla az akmadı Rusya’ya, Romanya’ya, Ukrayna’ya... Salaklar! Neyse ya, bana ne! Ben niye üzüyorum ki kendimi! Biz yüzde yüz Türk kızlarıyla çalışıyoruz. Yani dil, din, irk ayırmıyoruz, ama burada doğmuş, büyümüş olması şart. Bizim öyle yurtdışına para akısını desteklemeye, ithalat-ihracat dengesini aleyhimize çevirmeye tahammülümüz yok.

Sessizlik.

Gökhan:

Geyşaların dairelerini, arabalarını... Bu arada araba demişken, hani İstanbul’da bazen kırmızı ışıkta beklerken, yanınızda duran koca ciplerin içinde oturan ve gözünüzü alamadığınız afetler var ya... İşte onlardan bazıları bizim geyşalarımız.

Kerem’e göz kırpar.

Kerem:

Kabul etmeliyim, müşteri çekmesini çok iyi başarıyorsunuz.

Gökhan:

Ne diyorduk... Tamam! Düşünün, geyşaların dairelerini, arabalarını, cep telefonlarını müşteriler çekiyor. Buna ek olarak bir yerlere gittiklerinde her şeyi onlar karşılıyor: Konser, restoran, tatil. Buna ek bize bir aylık hizmet parası ödüyorlar. Bu ödemelerin ışığında geyşalarımıza ödenen ekstralar... Gözlerim yerlerinden fırlıyor miktarları öğrenince.

Kerem:

Yakında şirketinizi satın alır geyşalarınız.

Gökhan:

Güleceksiniz, ama geçen aydan beri onları da ortak etme kararı aldık. Çok olumlu karşılandı. Kendi aralarında toplanıp, bir ay hizmet paralarından vazgeçtiklerini ilan ettiler. Çok duygulandık. Onlar da duygulanmış ortak olma fikrine. Görecektiniz, kutlama için bir yer tuttuk... Herkes salya sümük. Görenler cenaze töreni falan sandı herhalde.

Ya biz geyşalarımızı çok seviyoruz ya. Bir keresinde bir geyşamız bir müşterimizin karılığına terfi etti. Aşık olmuşlar birbirlerine. Bu da oluyor yani. En hazır olmayanları bile yakalıyor aşk. Her aşk sen nelere kadirsin!

Kerem:

Dünya ironi şampiyonasına katıldınız mı hiç?

Gökhan:

Yok, bu aşk denen şeye büyük sempati duyuyorum. Ne kadar çok insanı geçici de olsa mutlu ediyor! Neyse, bizimkisi çok istisnai bir durumdu. Hazırlıksız yakalandık, ama acele tespit ettiğimiz bir “kefalet” karşılığı geyşamızı “azat” ettik. Nikah şahidi ortağım Ufuk’tu. Böyle gelişmelere engel olmuyoruz.

Kerem:

Geyşaları “azat” ve ortak etme. Şu anda gerçekten emin oldum bir iş adamı olduğunuza.

Gökhan:

Konuşmamızın basından beri sanki beni küçümsüyormuşsunuz gibi bir hisse kapıldım.

Kerem:

Estağfurullah. Çıtayı sürekli yükseltiyorum, ama beni şaşırtmaya devam ediyorsunuz.

Gökhan:

Tabii ki iyi bir iş adamıyım. Üniversite diplomamda işletme yazar. Ve tabii ki başka gelir kaynakları da yarattık.

İlk olarak geyşalar için bir açık arttırma sistemi geliştirdik. Basta uyum testleri yapıyoruz demiştim ya. Bu arada bu testlerde geyşalar ve müşteriler ne birbirlerini görüyorlar, ne de fotoğraflarını. Bunun büyük sakıncaları olabilir. Bu konuda örneğin “Alter-Native”den ciddi bir şekilde ayrılıyoruz.

Neyse, tamamen girilen veriler doğrultusunda yapılan uyum testleri sonucunda geyşa-müşteri eşleşmeleri belli oluyor. Bu ön seçimden sonra müşteriler, bizim seçtiğimiz bir geyşaya razı olurlarsa, ek bir ücret ödemiyorlar. Kendileri karar vermek isterse, geyşalar için bir açık arttırmaya giriyorlar.

İkinci bir gelir arttırıcı yöntemimiz de anketler. Yılsonunda müşteri memnuniyeti anketleri. Bunların püf noktası: Seçenekler içinde “çok memnun” ve “olağanüstü memnun” var. “çok memnun”u işaretlediklerinde, hiç bir ek ücret talep etmiyoruz. Ama “olağanüstü memnun”da yüklü bir ek ücret ödemek zorundalar.

Kerem:

Bu yöntemleri bulmak için psikoloji mi okudunuz?

Gökhan:

Türk erkeğinin psikolojisi ilham kaynağı oldu evet.

İlk olarak güvensizlik ve aktif olma psikolojisi. Erkeklerimizde çok belirgin iki özellik. Bize bıraksalar, emin olun, en iyi eşleştirmeyi yaparız. Hatta belki de zaten istedikleri geyşayı veririz kendilerine. Ama onlar genelde açık arttırmayı yeğliyor. Sunduğumuz kişisel bilgileri iştahlarını kabartıyor ve beğendikleri geyşayı bir yıl daha beklemek riskini göze alamıyorlar.

İkinci örnekte ise tamamen “mahcubiyet ekonomisi” işliyor. Hani bir restorana gittiğinizde hiç istemeseniz de, sorulduğu için ısmarladığınız içecek gibi bu. Geyşalarına mahcup olmamak için onları “olağanüstü” gösteriyorlar. Evet, çoğunlukla yapıyorlar bunu.

Kerem:

Kabul etmeliyim, dahiyane yöntemler.

Gökhan:

Sağ olun. Aslında en önem verdiğimiz nokta açgözlü olmamak. Yani her zaman ücretsiz alternatifleri de sunmak. Türkiye’de kıtlığını çektiğimiz, ama belli bir kesimce çok takdir edilen bir hareket.

Kerem:

Gizlilik prensipleriniz...

Gökhan:

Çok, ama çok önem veririz. Belirttiğim gibi sigara içmek için evinden çıkan bir erkek, kısa bir sure içinde sevişmiş olarak evine dönebiliyor ve bu şüphe bile uyandırmıyor.

Kerem:

Biraz “jet-ski modeli”ne benzedi.

Gökhan:

Tabii ki ondan ilham aldık. Siz sanıyor musunuz ki, bizimkiler ailece tatile çıktıkları zaman yan koyda bir yatın içinde geyşaları beklemiyor? Yani. Tabii tamamen aileleri ile ilgilenmek isteyen ve yat kirasını gereksiz bulanlar da var, ama bunun popüler bir “yedekleme metodu” olduğunu söyleyebilirim.

Kerem:

Pes.

Gökhan:

Pes tabii. Sektörde ayakta durmak kolay değil.

Kerem:

Evet. Çok rekabet var sektörde!

Gökhan:

Bu güzeldi. Neyse, güvenlik diyorduk. Bir kere araba ruhsatları ve dairelerin kira kontratları geyşalarımızın üstünde. Bazı durumlarda en ufak bir şüphe yaratmamak için. Bu tamamen bir güven meselesi. Geyşalık bittiği zaman, araba devir teslimi yapılıyor ve daireden çıkılıyor.

Cep telefonlarıyla geyşalar arandığında merkezimiz çıkıyor, zaten geyşalar da erkek isimleriyle kayıtlı. Daha doğrusu tek biri isimle: Hakan! “Hakan” bir ekrana bakarak yanıt veriyor. Ekranda telefon edenin son aydaki sicili görünüyor. Sicil, son bir ayda karısına anlattığı mazeretlerle dolu. Hakan bu arada müşterimizin “yeni can dostu”, senaryo icabı her yere birlikte gidiyorlar: Barlar, iş gezileri, Çinli iş adamlarını götürdükleri restoranlar... Hepsi ekranda.

Neyse, arayanın karısı değil de gerçekten müşterimiz olduğundan eminsek, hemen geyşasını bağlıyoruz. Tabii tüm bu güvenlik önlemleri eşi olanlar için, o yüzden evli olmayanlara ciddi indirimler var. Aslında Selin varken söylemedim ama bu geyşa kültürünü çok seven ve daha fazla strese gelmek istemeyip boşanan müşteriler de oldu.

Kerem, başını tutar. sanki ağrıyormuş gibi.

Odada herhangi bir yöne doğru “Selin Hanimi

tekrar alalım” der.

Gökhan:

Ne o dinleniyor muyuz?

Kerem:

Daha da kötüsü: Kaydediliyoruz.

Pis pis sırıtır Gökhan’a. Gökhan tam tepki verecekken

Selin tekrar girer odaya, az önce oturduğu koltuğa oturur.

Kerem, Selin, Gökhan

Sorgu Odası

Selin:

E, bir sonraki işin ne olacak? Eş değişimi mi?

Gökhan:

Aramızdaki fark ne biliyor musun Selin! Sen “Derin Gırtlak” filmine sadece festivalde oynayınca gidersin, bir porno sineması gösterse gitmezsin. Benimle bile. Ben oraya da giderim. Önemli olan filmdir.

“Soğuk Duş” filmine gitmeyi önerirsin, ama üçlü cinselliği reddedersin. Merak ettiğin halde. Hatta bence istediğin halde. İşin garibi reddetmekle kalmazsın, denemeyi düşünenleri de aşağılarsın.

Selin:

Sen yaparsın.

Gökhan:

“Aramızdaki fark” diyorum ya.

Selin:

Biliyor musun, hayatta en nefret ettiğim şey arkamdan...

Gökhan:

Eee, sen de... Senin en iyi yaptığın şey bir şeylerden “en çok nefret etmek”. Her gün bir tane “en çok nefret ettiğin şey” sayarsın.

Kerem:

Selin Hanımın bu sefer doğru söylediğinden emin olabilirsiniz.

Gökhan:

Oldu, onu da sizden öğreneyim.

Bir an Duraklar, Kerem’e döner.

Gökhan:

Yoksa siz tanışıyor musunuz bir yerlerden?

Kerem:

Sıradaki sürpriz bu mu diye merak ediyorsunuz! Hayır.

Gökhan:

Kötü bir şakacısınız.

Kerem:

Çok ciddiydim. Şaka yapmıyordum. Selin Hanımın en nefret ettiği şey kendisine en yakın insanların arkalarından iş çevirmeleridir.

Gökhan:

Selin’cim, istersen sen de bir şey söyle. Farkındaysan bir süredir senin hakkında konuşuyoruz.

Selin:

Saçmalıyorsunuz.

Gökhan:

Ha siktirin lan.

Kerem:

Selin Hanım, “I know what you did last summer” filmini izlediniz mi?

Gökhan:

Güzel, sohbetimize korku öğesi de kattık. Eksikti! Ben diyecektim, “sırasıydı” diye.

Kerem:

İsterseniz biraz nefes alın Gökhan Bey. Selin Hanım anlatsın.

Selin:

Olur, hangi konuda konuşmamı istersiniz?

Kerem:

Yine kedi-fare. Bu birbirinize bulaştırdiğınız bir alışkanlık mı? Yardımcı olayım: Arkadaşınız Hakan Kır bilmemiz gerekenleri uzun süre önce bize anlattı.

Selin:

Hakan Kır, bir yıldır ABD’de. Orada iyi bir iş buldu ve atladığı gibi gitti.

Kerem:

Evet, gidebilmesi için konuşması şarttı.

Selin:

Yoksa, ona bir şey mi yaptınız?

Kerem:

Merak etmeyin, aylardır halinden gayet memnun çalışıyor. İstediğiniz an, istediğiniz yolla da görüşebilirsiniz, ki görüşüyorsunuz da zaten.

Gökhan:

Kim bu Hakan ya? Ben biliyor muyum?

Selin:

Eski bir arkadaş.

Gökhan:

Ne yaptığınız bu arkadaşla, Selin? Neden ikinizden terörist gibi bahsediliyor?

Kerem:

Selin Hanımı bir süredir takip ediyoruz ve terörist olmadığını gördük. Ama yaptığının terörist bir etkisi oldu dünyada.

Selin:

Ne? Neler oldu? Ben kimseye zarar vermek istemedim! Sadece...

Gökhan:

Sadece ne?

Selin:

Kimse başkalarının sevdiklerinin arkasından iş çevirmemeliydi. Insanlara zarar geldi mi?

Kerem:

Projenizi tanıdıktan sonra gelmemesine şaşırırdım. Dünya çapında birçok cinayet teşebbüsü ve cinayete yol açtı programınız. Sorgulamalarda programınızı birinci derecede eylem nedeni gösteren 17 vakanın bilgisini aldık. Bu konuda bilgi akışını Interpol düzenliyordu.

Selin:

Ama biz kaldırdık sonra programı kullanımdan.

Kerem:

Aktif olduğu süre yeterli olmuş.

Selin:

Yoooooo, olamaz...

FLASH-BACK Selin, Hakan

İÇ. GECE. Bir dairenin salonu.

Hakan:

Selin bu çok adi bir şey oldu ya, bunu yapmak istediğinden emin misin? Programlaması çok zevkliydi gerçi, çünkü fikir çok orijinal.

Selin:

Sağ ol. Bir daha geçelim mi şunun üstünden:

Ben arkadaş çevreme ekli bir e-posta göndereceğim. Bizim virüs buna yamanmış olacak.

Hakan:

Virüs dememek gerek buna, bu değişik bir şey.

Selin:

Neyse işte.

Hakan:

Bak şöyle: Sen ekli mektubunu atıyorsun. Mektubu alanların e-posta programlarına, eki hiç açmasalar bile bir “plug-in” yamanıyor ve o, her mektup attıkları kişiye de bulaşıyor. Hatta bundan sonra ek göndermeleri bile gerekli değil. Senin “ajan” böylece tüm dünyaya yayılıyor.

Selin:

Kaç kişiye ulaşmış olacak bir hafta ya da bir ay sonunda?

Hakan:

Ulaşmış mı, bulaşmış mı? (Kahkaha.) Bak onu bilmek bile istemezsin. Neyse, önemli olan, sen bu mektubu bir internet kefeden atıyorsun, umumi bir yerden. Hiç kullanmadığın ve bir daha kullanmayacağın bir adresten. Adreste ismin olmuyor.

Selin:

Tamam. Sonra bizim “ajan”a sahip herkesin mektubu, yolladıklarını düşündükleri adresler dışında başka yerlere de gidiyor.

Hakan:

Yazanın e-postalarının içinde geçen isimler, adres defterindeki e-posta adreslerinin de içinde geçiyorsa, e-posta onlara da gidiyor.

Selin:

Yani ben, örnek, sana attığım bir mektupta, Ali’ye değindim. Mektup bu durumda, hem atıyorum Ali’ye, hem Alican’a, hem Celali’ye, hem de... Yine atıyorum Kemal İnce’ye de gidecek, Kemal İnce’nin adresinde ismi ve soyadı arasında herhangi bir işaret yoksa.

Hakan:

Bak ona şu anda sen karar ver. İstersen bazı isimleri bunun dışında tutarız. Üç harfliler riskli örneğin, gereksiz fazla trafik yaratabiliriz bunlar yüzünden.

İngilizce ya da Almancada olsa, anlamı olan sözcükleri hariç tutardım. Ama Türkçe gibi dillerde, anlamı olmayan isim yok neredeyse. Yani “doğayı seviyorum” yazacaksın, tüm Doğa isimlilere gidecek.

Bir de adreslerinde isimleri yerine başka anlamlar olanlar var. Adam adresini atıyorum istanbulbezgini diye almış, o zaman onu adres defterlerine alanların, içine İstanbul yazdıkları tüm mektuplar ona da gidecek.

Selin:

Tamam, bu konuyu biraz daha düşünelim, acele edersek, istediğim etkiyi yaratamayabiliriz.

Hakan:

Bu olayın etkisi... Gerçekten ilginç bir konu... Örneğin, fazladan mektup alanlar, bunu mektubu atana bildirecekler mi? Sonuçta mektup onlara anonim bir adresten geliyor olacak -atıyorum örnek internetajan-, o yüzden sorunun, mektubu yollayanın bilgisayar ya da e-posta programından kaynaklandığını düşünmeyecekler. Bunun daha çok internet üzerinde işleyen bir virüs olduğunu tahmin edecekler. Ama zaman içinde olay çözülecek, internette forumlar açılacak, başka “hacker”ler bunun peşine düşecek, vesaire, vesaire...

Selin:

Doğru, ne kadar zamanda çözülecek, buna karşı ne yapılacak acaba... Bu biraz “Liar Liar” filmine benzedi ya...

Hakan:

Beni heyecanlandıran ne biliyor musun? Yani bir sürü virüs ve türevi program inceledim ve yazdım, ama bilgisayara kesinlikle zarar vermeyen, işlevselliğini hiç etkilemeyen, bunun yerine insanların hayatlarına bu kadar doğrudan müdahale eden bir program... Bu resmen anarşide yeni bir sayfa. Hem de anarşi düzene karşı da değil, insani değerlerine karşı.

Selin:

Biliyor musun, sen de boynuz yememiş olsaydın, hayatta bu işe girmezdin.

Hakan:

Canım, ben boynuz yedim de, böyle bir şey hayatta aklıma gelmedi.

Selin:

Bu farklıydı Hakan ya. Bunlar arkamdan sevişiyorlar, sonra da üçümüz, dördümüz buluşup bir şeyler yapıyoruz. Burcu ile ayrı buluşup dedikodu yapıyoruz. Düşün, Korkut’u anlatıyorum ona, sonra o gün buluşup, sevişiyor Korkut’la. Tam 7 ay böyle gitmiş. Çok salakmışım çok, Burcu Görkem’le birlikte olduğu için içim rahattı, meğer paravan olarak kullanıyormuş oğlanı.

Hakan:

Yarana tuz basmak istemem ama senin yediğin boynuz gerçekten yüzyılın boynuzlarından biri: En iyi arkadaşın ve beş yıllık sevgilin, aylarca ve hayasızca. Hiçbir şey diyemiyorum. Hatta bu programı resmen terapin niteliğinde yazdım, bilesin.

Selin:

Sağ ol doktorum, ilacını seveceğimden eminim.

FLASH-FORWARD Selin, Gökhan, Kerem

Sorgu Odası

Gökhan:

Nasıl yani ya, bu tam bir ruh hastalığı belirtisi, Selin. Bu normal değil. İnsanların hayatlarına böyle nasıl müdahele edersin ya, kimsin ki sen? Kendi sorununu kendin halledemedin diye...

Kerem:

Çok fazla üstüne gitmemizin kimseye yararı olmaz. Hem kendileri de bunu fark etmiş olmalı, programı bir süre sonra geri çektiler. Bu geri çekme işlemi hem onlar için kolay olmadı, hem de bizim araştırmalarımızı zorlaştırdı. O sırada programı bulmuş, izini sürüyorduk. Resmen yürüdüğünüz yolun altınızda kaybolması gibi. “Eternal Sunshine” filmindeki hafıza silme sahnesi gibi.

Selin:

Peki ölümler?

Kerem:

Kıskançlık cinayetleri ve saldırıları. Bir tane de miras cinayeti. Tabii bu aysbergin tepesi sadece. Eylem nedeni olarak kendilerine bilinmeyen bir adresten gelen e-postaları göstermeyenleri bilemeyiz. Ama dünya çapında özellikle şahıslara yönelik şiddet eylemlerinde bir artış trendi gözlemlerdik. Aklımıza gelen tüm olası etkenleri temizlediğimizde bile. Bir kelebek etkisi yaratmayı başardınız dahiyane fikrinizle Selin Hanım.

Selin:

Ben, şey... Çok üzgünüm. Sanırım sağlıklı düşünemiyordum o dönem...

Kerem:

Tedbirsizlik nedeniyle cinayete sebebiyet vermek...

Selin:

Ortada ölüm varsa, cezamı çekmeye razıyım!

Kerem:

...suçunu bu durumda yürürlüğe sokmayacağız. Bunu bir deney gibi değerlendirelim.

Gökhan:

(Alaylı) Tabii, ama benimle ilgili de benzer bir planı olmadığından emin olmalı önce. Değil mi canım?

Selin:

Cehenneme kadar!

Gökhan:

Oldu. Dur ya... Şimdi anılar canlanıyor... Bazı sahneler geliyor gözümün önüne... Benimle paranoyak diye dalga geçmen... Adresleri kullandığım e-posta programında değil de, şifreli bir Access’te tutuyorum diye. İyi ki böyle bir “hastalıklı paranoyam” var demek ki... Neredeyse beni bile inandıracaktın paranoyamın hastalık boyutunda olduğuna.

Selin:

Evet, hastalıklısın, “chat history” de tutmuyorsun. O kadar anın yok oluyor.

Gökhan:

Nereden biliyorsun anılarımın kaybolduğunu, önemli yazışmaları şifreli Word dosyalarına kopyalıyorum.

Bir dakika ya! “Chat history”m olmadığını sen nereden biliyorsun!

Kerem:

Neyse... Özetle sizin bir açığınızı yakalayamadı. Program halen kullanımda olsaydı, yeni şirketinizi öğrenmişti. Mektuplari anında silmeniz ve silinmis mektupları boşaltmanız da bir işe yaramazdı.

Gökhan:

Programın kaldırılmasının nedeni belki de, ilişkimizin iyi gitmesi, ilk zamanlarda açık vermemem ve artık öfkesinin dinmiş olması olabilir mi. Bence cok mantıklı bir senaryo. Yani Selin’in vicdanen rahatsızlık duyması olasılığı...

Selin:

Seni pezevenk...

Selin yine Gökhan’ın üstüne yürür.

Yine Kerem onu tutar. Ama bu sefer

Selin sakinleşince odadan atar.

Kerem:

(Dışarıdan, görülmeyen birine) Yan odaya alın...

Yeter be. Çoluk çocukla mı uğraşıyoruz burada. Bizim de sabrımızın bir sınırı var. Zaten yorgunum.

Sessizlik.

Kerem:

Bilmeniz gereken bazı şeyler var.

Gökhan:

Şaşırmadım. Bilmem gereken bir sürü şey vardı şimdiye kadar. Sonu gelmiş olamazdı bunların.

Kerem:

Daha doğrusu iki şey var. Bir: Selin Hanımın, Evrim Hanımın yaptıklarından haberi vardı.

Gökhan:

Birlikte mi yapıyorlardı bu işi! Şaşırmadım desem. Zaten bir ara...

Kerem:

Hayır, Evrim Hanımın yakalandığından haberi yoktu bizce.

Gökhan:

Tamam, buna şaşırdım o zaman. Yani ne yapmış? Sadece takip mi etmiş?

Kerem:

Hayır, o kadar zamanı olmamış. Daha yeni keşfetmiş. Konuşmaya bile fırsat bulamamış. Tahminimiz, Evrim’in amacını anlamış ve hatta onaylamış olduğu. Yani ona engel olmaya bu yüzden kalkışmadığı.

Gökhan:

Bu sonuca nasıl vardınız?

Kerem:

Gözde ile yaptığınız son röportajlar her gün defalarca izlenmiş. Başta Evrim Hanımın, olası ters gelişmelerden korktuğu için bunları izlediğini düşündük. Sonra girişlerin tümünün Selin Hanımın şifreleriyle yapıldığını gördük.

Gökhan:

Peki. Başka ne vardı şaşırmam gereken?

Kerem:

Bu daha da acı aslında. Burcu olayını öğrendiğinde Selin Korkut’tan ayrılmamış. Aylarca birlikte yaşamaya devam etmişler. Sonunda ayrılan Korkut’muş.

Gökhan:

Nasıl yani ya? Burcu’yu kabul ederek mi yaşamış? Bilerek ve susarak. Aynen kuma kabul eden bir kadın gibi.

Kerem:

Evet, bu yüzden size olan öfkesine hakim olamıyor: Siz hem arkasından şirket kurup, Korkut gibi onu aldatmışsınız, hem de en çok tepki duyduğu kurumu şirketleştirmişsiniz. Bir günde biraz ağır oldu hepsini öğrenmek.

Gökhan:

Bunu bana niye anlatıyorsunuz?

Kerem:

Kendisini bir çeşit rehabilitasyona almak zorundayız. Sizin de bilginiz olmasını istedik. Yakınınız olduğu için. Ağır travmalar geçirmiş ve etkisini atlatamamış. Bunların kendi çevresi için tehlikeli olmaya devam ettiğini, Evrim Hanımın yaptıklarını hiçbir yere bildirmemesiyle anladık.

Gökhan:

Harika, bir ortak tımarhaneye, diğer ortak hapishaneye. Yani bu durumda Evrim yargılanacak tedbirsizlik nedeniyle cinayete sebebiyet vermekten herhalde...

Kerem:

Öyle gözüküyor.

Gökhan:

Benimle ne yapacaksınız? Yani bülbül gibi şakımam nasıl işe yarayacak?

Kerem:

İki seçenek sunacağız size.

Sessizlik. Gökhan “hadi, dinliyorum” der gibi yapar.

Kerem:

Ya İstanbul’da kalıp yeni bir iş arayacaksınız ya da...

Gökhan:

Tımarhane mi, hapishane mi? Nasıl bir tehdit geliyor?

Kerem:

Tehdit değil, rica ederim, seçenek dedim ya. İsterseniz mevcut işinizi sürdürebilirsiniz.

Gökhan:

Ama burada değil! Nerede?

Kerem:

Amerika Birleşik Devletleri.

Gökhan:

Hasiktir! Tabii ya, tahmin etmeliydim. Bu kadar iyi eğitimli bir polisimiz olamazdı. Yani memur maaşı alacak biri değilsiniz. Tahsiliniz en az bizimki kadar... Bu kadar anlattığımıza verdiğiniz tepkilerden bu sonuç çıkıyor. Rüşvet yiyecek bir karaktere de sahip değilsiniz. Nereden geliyor o zaman hayat standartlarınızı sağlayacak para. Öyle değil mi? Derin devletten mi? Hayır, çok saçma. Amerika Birleşik Devletlerinden mi? Ha, bu daha mantıklı bir seçenek. Her adımımız izlenmiyor mu? Bu da izlenir.

Kerem:

Hayal gücünüz çok geniş.

Gökhan:

Ben her şeyimi hayal gücüme borçluyum. Bu konuda da beni yarı yolda bırakacağını düşünmüyorum. A-B-D. “Hi, man, Mr. Agent Smith. What a nice day for..” Beyin göçü! Evet, ABD’yi ayakta tutan şey: Beyin göçü... Dünyadaki tüm önemli trendleri takip edip, ülkenize çekiyorsunuz. Öyle ya da... İşte böyle: Zorla!

Toplumsal modellerin öncelikli ilgi alanlarınıza girdiğine de eminim. Neydi... Bunun altyapısını da kurmuştunuz: Milleti uyutmak için toplumsal strateji merkezi mi ne, öyle bir zırva işte. “Opium for the people.”

Kerem:

Oralarda pek çalışmak istemiyorsunuz anladığım kadarıyla.

Gökhan:

Lanet olsun ki istiyorum... Evet, sadece bu konuda çalışmak istiyorum. Bunun için de ruhumu size satmak üzere olmanın sancısını çekiyorum.

Kerem memnun, odadan çıkmaya yeltenir.

Gökhan:

Allah kahretsin, cinayeti de siz ayarladınız değil mi? Zehiri de siz atmış olabilir misiniz?

Kerem:

Zor bir gündü. Yanınıza bir güvenlik görevlisi vereceğiz. Her şey hazır: Vizeniz, hatta yeşil kartınız... Oraya gittiğinizde işiniz, yanınızda çalışacak uzmanlar, eviniz, arabanız... Hepsi hazır, her şey vereceğiniz karara ve öfkenizi yenmenize bağlı.

Gökhan:

Hakan’ı da böyle çaldınız değil mi? Yargılanmak üzereyken... Interpol’ün aradığı adam, birden ABD’de iş buluyor ve birkaç gün içinde çalışmaya başlıyor. Bana bir yerden tanıdık geliyor...

Önünde duran Gökhan’i kibarca sağa çeker.

Kerem:

İzin verirseniz, daha Evrim Hanımla görüşmem gerek...

Kerem odadan cikar.

Gökhan: (Kerem’in arkasından odada bağırmaya devam eder.)

Tabii ya, Alman doktorlar örneği! Kesin Hakan’ın o ajan programı da “güvenlik birimleriniz” tarafından kullanılıyordur! “Hacker”lar! Onlar olmasa antivirüs diye bir sektör olamaz zaten. Kesin ortak calışıyorlar onlar da. Bu da aynı döngü.



[1] Teşekkürler Esra M.