14 Mart 2008 Cuma

İnsan Kaynakları - Oyun – 1. Perde (1/3)

TÜR: Ütopya/Heterotopya, Sosyal Bilim-Kurgu, Teatrik Deneme

BENZERLER: The Beach, Eternal Sunshine of a Spotless Mind, Eyes Wide Shut, Closer, Fight Club

Death and the Maiden, Oldboy, Die Physiker, Das Experiment, Usual Suspects, Eğreti Gelin

Jacob’s Ladder, Wild Things

(sayılan film ve oyunlardan etkilenenlerin, bu oyunu ilginç bulma olasılıkları daha yüksek)

Tagline/Slogan: Tanrı sevgisi, gerçek dostlar ve cinsellik hep olacak diyelim. Aşka yine de gerek var mı?

Tagline/Slogan 2: Burada yapmak istediğimiz, ilişkilerin iyi yönlerini alıp, kötü yönlerini elemek. İdeal birlikteliği bulmak için ideal bir topluluk yaratmak.

Tagline/Slogan 3: Biz önümüze dayatılan egemen medeni hayat modeli olan evlilik-tek eşlilik yapısının insan doğasına aykırı olduğundan yola çıkmıştık.

Tagline/Slogan 4: Evlilik ve tek eşliliği insanın doğasına aykırı gördüğüm için, boşanma ve aldatmalar da kanımca doğanın yanıtı. Sistem yanlış varsayımlarla kurulursa, tabii ki istenmeyen sonuçlar verir.

Tagline/Slogan 4: Biz aldatmayı kontrol altında tutuyoruz.

Plot Outline/Sinopsis: İstanbul’un “müzmin bekar”larının özel yaşamlarını renklendirmek üzere bir sistem geliştirmiş Alter-Native şirketinin bir üyesi, burada tanıştığı partnerini zehirleyerek öldürür. Bunun basit bir cinayet olmadığının ortaya çıkacağı sorguda, üç ortağın birbirlerinin arkalarından çevirdikleri işler bir bir ortaya çıkar.

Anahtar sözcükler: Medeni hayat, tek ve çok eşlilik, evlilik kurumu, ilişkiler, // şantaj, Türkiye üzerinde oynanan oyunlar,

Karakterler:

Gökhan Şirketin kurucu üyesi

(VANILLA SKY’daki Tom Cruise karakteri tadında)

Öykü Sağlıklı yaşam dergisi yazarı

(Sempatik, ama düşünceli bir haber spikeri tadında)

Selin Şirketin diğer kurucu üyesi, Gökhan’ın (eski) sevgilisi

(GARDEN STATE’deki Natalie Portman, ETERNAL SUNSHINE’daki Kate Winslet karakteri tadında)

Evrim Şirketin 3. ortağı

(SILENCE of the LAMBS’teki Jodie Foster karakteri tadında)

Gözde Katil

(STARDUST MEMORIES’deki Charlotte Rampling karakteri tadında)

Doruk Kurban

(VANILLA SKY’daki Tom Cruise karakteri tadında)

(isimleri verilmeyen 13 kişi) IK şirketine üye kişiler

Kerem Emniyet görevlisi

(Komiser Columbo tadında)

Hakan Selin’in “hacker” arkadaşı

Güvenlik Görevlisi

Film Müziği:

Türkçe

1) İlişki Dediğin İltihaplı Bir Şeydir

2) İlişki Simülasyonları

İngilizce

3) To Fake A Romance (Is Better Than To Fail A Romance)

4) Homo Polygam


Gökhan, Öykü

DIŞ. GÜNDÜZ. Belgrat Ormanlari pisti. Diyalog boyunca yürünür.

Gökhan:

Öykü Hanım? Çok bekletmedim ya.

Öykü:

Bir dakika olmadı geleli.

Gökhan:

Güzel geçecek bir toplantının en iyi habercisi zamanlamasıdır. Yoksa buna sohbet mi desek?

Öykü:

Sabırsızlıkla beklediğim bilgilendirici bir sohbet...

Gökhan:

Sabırsızlık? Bizim de fikrin ortaya çıktığı andan itibaren hissettiğimiz buydu. Yalnız Öykü Hanım, daha önce de konuştuğumuz gibi, konunun mahremiyeti açısından... Derginizde bizden açıkça bahsetmemeniz çok kritik bir nokta. Unutmayın lütfen, üyelerimizden biri tarafından dergi yazarı olarak değil, Öykü Hanım olarak bize yönlendirildiniz. Bu fikrin bir parçası olmanız dileğiyle.

Öykü:

Tabii Gökhan Bey, daha önce de bu türden bir makaleye imza atmıştım.

“The Beach”i seyretmiş miydiniz?

Gökhan:

Tabii, çok sevdiğim bir filmdir.

Öykü:

Şaşırmadım! İşte öyle bir topluluk... Türkiye sınırları içinde de var.

Gökhan:

Ne diyorsunuz? Kendi kurallarını koymuş, başıboş yaşayan bir topluluk! Yalnız... Ege-Akdeniz sahillerinde parsellenmedik koy kaldı mı ki? Satın alanlar, piknikçiler, tekneciler...

Öykü:

Onlar da öyle düşünmüş olacak ki, Karadeniz Bölgesinde bir göl kenarında kurulmuşlar.

Gökhan:

Hmm... Biraz yağışlı oluyordur, ama paranoyak olmamak açısından akıllıca bir seçim. Vay canına. Helal olsun.

Öykü:

Neyse, onlar hakkında da bir yazım çıktı. “The Beach” gibi bir oluşum Türkiye’de de olsa diye yazıp, orada gördüklerimi birebir aktarmıştım. Yani zaten var olan bir şeyin hayali formatında. Sizin konunuzda da böyle bir yazı var kafamda.

Gökhan:

Güzel, sanırım bunun bir sakıncası olmaz. Yine de bir ricam olacak.

Durur, kağıtları elindeki dosyadan çıkarır.

Gökhan:

Bu konuda garanti niteliği taşıyabilecek bir belge imzalamanız. Yazı, ortaklarım ve avukatımız tarafından hazırlandı. Size olan güvensizlikten çok, verdiğimiz kararların belgelenmesi açısından gerekli gördük.

Öykü:

Şey... Şaşkınlığımı mazur görün... İlk kez böyle bir taleple karşılaştım. Ama bu ayrıntı, sohbetimize bir engel teşkil etmemeli tabii.

Kağıda bakıp imzayı atar.

Gökhan:

Sağ olun. Bu durumda sorularınıza amadeyim.

Öykü:

Evet. İsterseniz şu şekilde başlayayım: Yaptığınızı en kısa biçimde nasıl özetlersiniz?

Gökhan:

“En kısa”! Tek sözcüğe kadar inebilirim: Çöpçatanlık.

Öykü:

Tabii yavaş yavaş bu sözcüğü açmaya başlayabiliriz.

Gökhan:

Bilimsel çerçevede profesyonel çöpçatanlık yapıyoruz. Olayımız şu: Bize gelenleri önce kişisel analiz testlerine tabi tutuyoruz. Ortağımız Evrim Hanım psikoloji doktorasını kişilik analizleri üzerine yaptı Birleşik Devletlerde. Hazırladığı yüzlerce soruluk anketlerle, kişileri kendilerinden bile çok daha iyi tanımamızı sağlayan bilgiler elde ediyoruz.

Öykü:

Anketler?

Gökhan:

Evet, anketler bizi sürekli besleyen ve daha iyi hizmet vermemizi sağlayan ana kaynağımız. Sorular, potansiyel üyelerimizin çocukluğu ve ergenliğine kadar geri gidiyor. Ama ağırlık tabii ki ilişki adına yaşanan ve oluşan beklentilerde. Fikir şu, -bakın, bunu sadece size söylüyorum, normal üye olmak isteyenlere kesinlikle verilmeyecek bir bilgidir bu-: Bize üye olmak üzere gelenleri, geçmişteki ilişkilerinin etkisinden kurtulamamış ya da gelecekte de kendisine uygun biriyle sağlıklı bir ilişki yaşayabileceğine olan inancını yitirmiş kişiler olarak varsayıyoruz. Sanki bize değil, bir psikoloğa gidiyorlar. Psikoloğun 15 seansta toplayabileceği bilgiyi, ilk anketlerle alıyoruz. Yanıtlama süreci hem oyun havasında, hem de gayet öğretici geçiyor. Bu yüzden psikolog seansına katılmayı akıllarından bile geçirmeyen insanlar, bizimkine zevkle katılıyorlar.

Öykü:

Yani bir çeşit psikolog gibi çalışıyorsunuz.

Gökhan:

Bu sadece bir yönü. Biz üyelerimizin sosyal yaşamına birebir giriyoruz, geliştirmeleri gereken yönleri üzerinde duruyoruz. Onlar farkında olmadan bile. Kişisel gelişim konusunda batıdan çok doğunun öğretilerini kullanıyoruz. Klasik anlamda bildiğimiz psikolojinin yetersizliğine inanıyoruz.

Öykü:

Doğu felsefesi? Bir ilgisi olmalıydı...

Gökhan:

Nefes egzersizleri ve meditasyon zorunlu tuttuğumuz kurslardan, bunları düzenli yapmalarını bekliyoruz üyelerimizden. Budist-hinduist dünya görüşünü, Rumi öğreti ve tasavvuf felsefesi ile karşılaştırmalı olarak tanıtan bir eğitmenle çalışıyoruz bu konuda.

Buraya gelen insanlar iyi niyetli. Ama hepimizin bilinçaltında bir incitme güdüsü var. Bu güdüyü eğitmeye çalışıyoruz. Daha iyi birer insan olmak bilincini geliştirmek... Kısa vadede zevk ve haz verecek, ama uzun vadede sıkıntı yaratacak ve üzecek eylemleri, önceden iki kere düşünme... Beklentilerin ve olası etkilerinin önceden farkında olma... Bunun gibi şeyler.

Öykü:

Tabii, hepimizin öğreneceği çok şey var daha.

Gökhan:

Bunlar modelimizin yürümesi için vazgeçilmez. Gelenler, kabul etmek istemese de, ilişkiler konusunda kırılmış olarak ve artık kırılmak istemedikleri için kapımızı çalıyorlar. Geçmişte bunlara neden olan sahneleri bizimle tanıştıktan sonra da yaşamalarını istemiyoruz.

Öykü:

Tabii ama, bunun garantisini kimse veremez ki. Yani böyle bir sorumluluk almanız mümkün değil.

Gökhan:

Bunun olmaması için elimizden geleni yapıyoruz. Zaten buluşturduğumuz insanlar da geçmişleri ve özellikle ilişkiler konusundaki beklentileri örtüşen kişiler.

Öykü:

Bundan nasıl bu kadar emin olabiliyorsunuz? Yani utanç ya da kabullenmeme gibi yanlış yanıtlar vermeye yönelten duygular...

Gökhan:

Anket hazırlamak, verileri bilgiye çevirmek ve olası çelişkileri ortaya çıkarmak inanın bir sanat. Çok da ciddi bir bilim tabii. Evrim Hanım bu konuda Türkiye’nin sayılı otoritelerinden. Elimizdeki veri tabanıyla gurur duyuyoruz. Soruların kaçar saniyede yanıtlandığına kadar birçok bilgiyi tutuyoruz. Zaten hızlı verilmemiş yanıtlarda ayrı bir otomatik inceleme söz konusu.

Diğer yandan, beyan edilmiş kritik verileri, üye adaylarımızın yakınları aracılığıyla araştırırız. Bu izni almış oluruz yazılı olarak.

Öykü:

Biraz toparlamak gerekirse: Biri size geliyor, yanılmıyorsam üye diyorsunuz bunlara.

Tabii garip bir kavram bir “insan kaynakları” şirketi için.

Gökhan:

Şirketimizdeki “Kişisel Gelişim ve İnsan Kaynakları” kalıbı tabii ki dışa açılan penceremiz. Bunun çok ötesinde bir hizmet sunduğumuzun bilinmesini istemiyoruz.

Öykü:

Bunu anlayabiliyorum, ama yine de nedenini sizden dinlemek isterim.

Gökhan:

Aslında nedeni çok basit: Yanlış anlaşılacağımızdan korkuyoruz, hatta yanlış anlaşılacağımızdan eminiz. Bizi sürekli aktivitelerle yakınlıklar sağlayan bir oluşum olarak değil, doğrudan toplu seks partileri ya da eş değişimi toplantıları düzenleyen ahlaksız bir kurum olarak infaz edeceklerdir.

Öykü:

Güzel... Yapmadıklarınıza değinmişken, tam olarak yaptığınıza ya da varmak istediğiniz noktaya dönecek olursak...

Gökhan:

Dijital ortamda doldurttuğumuz anketlerden sonra, gelen kişilerle şahsen görüşüyoruz. Bu çok sıcak bir ortamda oluyor. Örneğin bir terasta akşam yemeği, havuz başında 5 çayı gibi. Takdir edersiniz ki insanlardan olumlu elektrik almak için rahat ettikleri bir ortamda yüzyüze görüşme hala en etkili yol.

Öykü:

Takdir ederim... Şu anda iş yerinde değil de burada buluşmamızın bir anlamı olmalı tabii.

Gökhan:

Görüşme izlenimlerimizi de veri tabanının belirlenmiş hanelerine girdikten sonra sistem bize çok detaylı bir kişilik analizi çıkartır. Komplike bir matematik formülünü çözer gibi.

Bu analizler sonucu, kişiler sistemin yaşam stili tipolojileri altında toplanır. Faktör analizleriyle konumuza uyarladığımız bir modelimiz var, üyelerimizi 4 ana gruba ayıran: Kirpiler, kaplumbağalar, kelebekler ve yunuslar. Hayvanları en belirleyici özelliklerine göre seçtik: Kaplumbağalar belli bir mesafeyi içgüdüsel olarak koruyan ve yaklaşanları yoracak tiplerdir. Kirpiler, o kadar mesafeli değildir, ama yaklaşmak isteyenlere istemeden zarar verebilirler. Kelebekler, farkında olmadan kolay zarar görebilen tipler. Yunuslar ise çok düşünmeden karşılarındakilerle yakınlaşmaya meyilli en saf tip.

Yaşam stilleri ve gelecek beklentileri örtüşen üyeleri bir araya getiren ufak ev buluşmaları ve hafta sonu gezileri düzenleriz: Sıcak ve insanların birbirlerine odaklanabilecekleri ortamlar...

Öykü:

Ve herkes bir kişi seçer.

Gökhan:

O kadar basit değil. Seçimler tamamen bizim üzerimizden olur. Buluşmalar sonunda üyelerimiz birbirleri hakkında detaylı anketler doldurur internet üzerinden. Böylece hem üyelerimizi birbirleri üzerinden tanıyoruz. hem de yakınlık hissedenleri, birbirlerine uyarlar mı diye inceliyoruz. Daha doğrusu sisteme bunu yapması için sürekli detaylandırdığımız algoritmalar giriyoruz.

Öykü:

Yani sisteminizin onay vermediği beraberliklere engel mi olacaksınız?

Gökhan:

Aynen öyle. Birlikte olma arzularını dile getirmeleri yasak. Bir tür önlem gibi bu. Daha önceki ilişkilerinde yaptıkları hataları tekrarlamalarını istemiyoruz. İlk görüşmelerdeki yoğun elektrik, çekicilik yanıltıcıdır sıklıkla. Size hiç olmadı mı, örneğin birlikte olduğunuz birinin sonradan tanıştığınız arkadaşını daha çekici bulduğunuz?

Öykü:

Pekiyi, birbirlerini beğenenler, bunu onayınız alındıktan sonra mı öğreniyorlar?

Gökhan:

Evet. Son kararı vermeden onları en azından 5 kere görüştürüyoruz değişik ortamlarda. O buluşmalarda başkalarıyla da tanıştıkları için fikirlerini değiştirebiliyorlar. Fikirleri yine de değişmezse, ikisi özel olarak bir yemeğe çıkıyor. O yemeğin sonunda birlikte olma kararı verirlerse, doğrudan bize geliyorlar. Birlikte olmalarını belli kurallara bağlıyoruz. Her şeyden önce bildiğimiz gibi bir ilişki yaşayacaklar, tek fark adımların biraz hızlandırılmış olması. İlk ayın sonunda biri diğerinin evine taşınacak, birbirlerini eski arkadaş çevrelerine sokacaklar, anne-babalarıyla tanıştıracaklar, paralel yürüttüğümüz çift toplantılarına gelecekler...

Öykü:

Pardon lafınızı kesiyorum da, sanki ideal bir ilişkiyi anlatıyorsunuz gibi geldi...

Gökhan:

Neredeyse. Bizimkilere “ilişki simülasyonları” diyebiliriz. Yani bu yaşananları ilişkiden ayıran nokta, içgüdüsel olarak devreye soktuğumuz beklenti dengesinin önceden ayarlanması. Birliktelikleri 6 ayla sınırlıyoruz. Yani 6 ay sonra iki taraf da tamam mı, devam mı kararı verecek, ama bu da yetmeyecek. İlişki sırasında doldurdukları anketlerle, ilişkilerin uyumlu bir şekilde devam edip edemeyeceği konusunda bizim de söz hakkımız olacak.

Öykü:

Yani birlikte kalmak isteseler de onları ayırabileceksiniz.

Gökhan:

Aynen öyle...

Öykü:

Pardon ama zaten başta da bir araya gelmek isteyenlere engel oluyordunuz...

Gökhan:

Oluyoruz değil, olabiliriz. Çoklukla buna gerek kalmıyor. Ama bu iki mekanizmanın da çok önemini işin başlarında anlamıştık. Bakın, burada yapmak istediğimiz, ilişkilerin iyi yönlerini alıp, kötü yönlerini elemek. İdeal birlikteliği bulmak için ideal bir topluluk yaratmak. Ayrılmalarına yardımcı oluyoruz, neden? Çünkü bizim gibi eğitimli birçok kişinin ilişkilerinde bile, ilişkinin aslında pratikte bittiği ve iki tarafın da artık sadece zarar verdiği dönemler vardır... Sevgide bir azalma olmasa bile, ilişkinin yürümeyeceğinin su götürmez olduğu “iltihap dönemleri”. Ayrılık çoklukla gerçekleşir sonunda, ama aylar ve yıllarca süren o iltihaplı dönemler yaşanır. İnsanlarımız kolay bırakamıyor, vazgeçemiyor, kabullenemiyor, başaramadıkları için utanıyor...

Öykü:

Ne yazık ki çok iyi bilirim o dönemleri...

Gökhan:

Utanırız. Hem kendimizden, hem çevremizden... Başta ayrılmak düşüncesinden, sonra da o kadar süre ayrılamadığımızdan utanırız. Bir araya gelirken yaptığımız hata ise tam tersidir: Bu sefer çok tereddüt etmek yerine, hiç tereddüt etmeden, o dönemin ya da gecenin büyüsüne kapılıp, kendimizi teslim ederiz. İşte biz ikisine de önlem alıyoruz burada.

Öykü:

Romantizmin spontane şeyler yapma zinciri olduğunu okumuşsunuzdur.

Gökhan:

“Hiç romantik değil”. Bu en alışık olduğumuz eleştirilerden. Ama unutmamak gerekir ki, bize gelenler, bildikleri metotlarla bu işi çözememişler ve çözemeyeceklerini düşünenler. Sonra, bizim duygusal kişiler olmadığımız sonucuna varmak da çok yanlış olur. Duygusal uçları artık yaşamak istemeyenler diyebiliriz belki. Bir de “kontrollü duygusallık” belki daha açıklayıcı bir kavram.

Öykü:

Bana aşka inanmıyorsunuz izlenimi veriyorsunuz anlattıklarınızla.

Gökhan:

Aşk! Aşka inanıyorum tabii. Aşkın varlığı ve gücüne... Sonuçta napalm bombası bile ruh sağlığına zarar vermez, sadece öldürür. Ama aşk, maşallah, ani toplu kıyımlardan, duygusal travmalara, soğuk kanlı cinayetlerden, intiharlara kadar her türlü tercih edilmeyen sonucu doğurabiliyor. Tabii ki olumlu yönleri de var. Ama sonuçta aşk uçucu bir duygu, bunu herkes kabulleniyor. İnanmadığım belki aşkın gerekliliği. Yani, tanrı sevgisi, gerçek dostlar ve seks hep olacak diyelim, -bizim burada sağlamaya çalıştıklarımız yani-, aşka yine de gerek var mı?

Öykü:

Yok mu?

Gökhan:

Birlikte olduğunuz biri var mı Öykü Hanım?

Öykü:

Şu sıralar yok.

Gökhan:

Peki, en son ne zaman bir ilişki yaşadınız. Yani doya doya, ama çizgileri de net olan?

Öykü:

Bu kadar özele inmeye gerek var mı?

Gökhan:

Belki yanıtı siz vereceksiniz kendinize, o açıdan.

Öykü:

Peki, bir yıl olacak yakında.

Gökhan:

Bir yıl! Aman tanrım, sizin gibi çekici, sıcak ve sosyal bir kadın. Kesinlikle birçok erkeğin ideal kadını. Bir yıl boyunca yalnız kalıyor! Kendi seçiminiz mi?

Öykü:

Son ilişkimin bitmesinden sonra, o yoğunlukta olmayacak bir serüvene atılmayı bile düşünmeme kararı aldım. Ama karşımıza doğru adam çıksa, herhalde en kapalılarımız bile anında açılırlar.

Gökhan:

Ama çıkmıyor.

Öykü:

Bazen çıkmıyor.

Gökhan:

Yıllarca çıkmayabiliyor. Aşk bizi yaya bırakıyor. Karşımıza çıkan fırsatlar yarım yamalak, ilişki bile diyemeyeceğimiz can sıkıcı durumlar oluyor. Yok “böyle bir ilişkiye hazır değilim”, yok “seni üzmek istemiyorum, ama”, yok ıncık, yok cıncık... İnsanlarda bir sorumluluk alma korkusu, o yüzden de doya doya yaşanamayan duygular, bir sürü belirsizlik. Bittiğinde, zaten hiç olmamış gibi hissettiğimiz kazalar... Kendimizi yine aynı yalnızlıkta bulmamız. En güzel dönemlerimizde.

Öykü:

Aşkı beklerken uğradığımız önemsiz ara istasyonlar.

Gökhan:

Tam olarak ne beklediğimizi bilmiyoruz. Yanımızda hep biri olsun istiyoruz. Dikkat edin, aynı kişi olması ön şartı yok aslında, yeter ki “hep” olsun. Bir de yaş ilerledikçe huzur ve uyum kavramları ön plana çıkıyor.

Öykü:

Aşklarını törpüleyip, uyumlu bir huzur içinde yaşamalarını da siz sağlıyorsunuz üyelerinizin.

Gökhan:

Tüm üyelerimizin o bahsettiğiniz aşkın en alasını en az bir kere yaşadıklarından emin olabilirsiniz. Bu bir kabul kriteri.

Öykü:

Yani aranıza alınmak için kriterler de var.

Gökhan:

Takdir edersiniz ki, en güzel çözümleri de bulsak, bunu adapte edebilecek kişileri bulamadığımız sürece, model ve onu oluşturanlar arasında kan uyuşmazlığı olur. Tabii ki belli bir hayat görüşü, yaşam stili ve geleceğe bakış şart. Örneğin 30 yaşın altında kimseyi almıyoruz. Duygusal olgunluğun önemli bir kriteri yaş. Sonra son 3 yılında ya yalnız, ya partneri ile ya da en fazla bir arkadaşıyla yaşamış olacak. 25 yaşından sonra anne-baba ile yaşamanın kişisel gelişimi durdurduğuna inanıyoruz. Ayrıca anketlerimize verilen yanıtlardaki tutarlılık çok önemli. Çok sayıda tuzak ve makyajlı tekrar soruları var, onlara yakalanılmamalı. Dürüstlük çok önemli. Ne aradığını bilmeyenlerden, daha doğrusu bu konuda kendine karşı bile dürüst olamayanlardan uzak durmaya çalışıyoruz.

Öykü:

Güzel bir nokta... Ne arıyor insanlar tam olarak sizde?

Gökhan:

Güzel bir soru. Değişiyor. Yelpaze, bulduğu kişiyle yaşlanmak isteyenlerden, 6 ayda bir partnerini değiştirip, bağlanmamaya özen gösterenlere kadar uzanıyor. Bunlar ya bir ilişki için yaratılmadıklarını düşünüp, kendilerini kaptıracaklarından korkanlar ya da doğru kişi karşısına çıktığı zaman, ona hazır olmak için, değişik insanlarda kendini denemek, son kritik hatalarını da o “ara ilişkilerde” yapıp, kendilerini eğitmek isteyenler.

Öykü:

O kadar birleşmeye ve ayrılmaya karışıyorsunuz, ama 6 ayda bir partner değiştirmek isteyen biri sorun yaratmıyor.

Gökhan:

Tersine. Onlar önemli bir üye tipolojimiz. Birlikte olmaya karar verdikleri kişinin ruh eşleri olmadığını anlayanların 6 ay sonra ayrılmalarını biz öneriyoruz en başta.

Size eş değişimi, seks partileri gibi olaylarla ilgimiz olmadığını söylemiştim. Yine de insanın çokeşlilik eğilimlerini kabulleniyoruz. Ama aldatmayı teşvik etmek yerine, onlara ilişkisi bittikten sonra yeni bir ilişki garantisi gibi bir şey veriyoruz. Bu onları rahatlatıyor ve durduruyor.

Öykü:

Bir dakika, mutlaka birini bulacaksınız diye bir garanti var mı?

Gökhan:

İlişkinizi hakkıyla yaşar ve yaşatırsanız, evet diyebilirim. İlişki sırasında doldurulan anketlerle üyelerimizin ilişki içindeki davranış profillerini şekillendirebiliyoruz. Bazı kişiler partner değiştiriyor, ama tüm partnerlerine de güzel bir süre yaşatıyorlar. Onların şansları çok açık oluyor haliyle. Bir çeşit gizli referans modeli.

Öykü:

Peki 6 ay sınırlaması neden?

Gökhan:

İstediğiniz kadar derin ve özel bir ilişki yaşayın, onu ilişki yapan şey, birlikte kalabilme sürenizdir diye düşünüyoruz. 6 ay iyi bir ilişki için asgari bir süre diye düşündük. Uyumlu oldukları için zamanla “puan”larını yükseltenlere 4 aylık paketler de sunmaya başladık. Tabii bunun için çok iyi referanslar toplamaları gerekiyor.

Öykü:

Yılda 3 ilişki yaşayabilirler yani.

Gökhan:

Teorik olarak evet, pratikte hayır. Her ayrılıktan sonra 2-3 aylık “demlenme dönemleri” uygun görüyoruz.

Öykü:

Hmm... Tekrar yalnız kalmak insanların birçoğuna korkutucu gelebileceği için kararsızlık anında ayrılmamaları için teşvik edici bir önlem diyebilir miyiz buna?

Gökhan:

Ayılmakta kararlı da olsak, yaşadıklarımızı değerlendirmek için bu gerekli bir süre. Yoksa aynı hataları tekrarlama olasılığımız çok yükseliyor.

Ama kararsızlar konusunda haklısınız. Çünkü birlikte kalmak isteyenleri ayırabiliriz, ama birlikte olmak istemeyen birine zorla o ilişkiyi dayatamayız. Yapabileceğimiz, taraflardan birinin kararsızlığında, ona “şimdi 2-3 ay kimse olmayacak, sonra da bu kadar iyisini bulamayabilirim” dedirtmek. Kaldı ki, 3 ay sonra bile birini bulma garantisi yok.

Hatırlatıyorum, ilham kaynağımız dışımızda yaşanan ilişkiler, yani gerçek hayattaki. Onlarda sevmediğimiz tipik unsurları inceliyor ve bunların burada yaşanmamaları için önlemlerimizi alıyoruz. Bu konuda çok saygın iki ilişki terapisti ile çalıştığımızı ekleyeyim. Bizi sürekli çok yararlı verilerle besliyorlar. Hatta biri üyemiz olmak üzere, modelimize hayranlığı, konunun içine girdikçe artıyor.

Neyse, bu örnekte insanların karşılarına uygun birileri çıktığı anda eski sevgililerini terk etmeleri fenomenini inceledik. Yani aslında birçok kişi kafada çoktan ayrılmış oluyor, ama gözleri dışarıda fiziksel ilişkiyi sürdürüyor.

Öykü:

Yalnız kalmak korkusu, ki yalnızlık burada nedense herkes tarafından “cinsel sevgilisizlik”le bir görülüyor, dünyada belki de en etkin korkular arasında.

Gökhan:

Tabii... Yine de bu olayı bir ikiyüzlülük olarak görüyoruz. Yeni biri için eski sevgiliden ayrılmayı değil, dikkat edin, yeni biri için sürekli antenler açıkken, eski ilişkiyi yürütmeyi... Basın diliyle “boşta kalmama hesabı”!

Öykü not alırken, bir yandan konuşmayı değerlendirdiği belli oluyor.

Öykü:

Kararlarını etkileyecek bu türden başka önlemler var mı?

Gökhan:

Olmaz mı? En başta ayrıldığı kimse ile tekrar çatımız altında bir araya gelmek mümkün değil. Bunun arkasındaki düşünce de, “bu benden iyisini nasılsa bulamayacak, bari biraz daha hevesimi alayım, yine ona dönerim” düşüncesini silmek. Gerçek ilişkilerde bir tarafın ötekini -af edersiniz- “çantada keklik” gördüğü zaman yaptığı gibi.

Öykü:

Ama bir dakika, bu tam bir özgürlük kısıtlaması, tekrar birlikte olmak isteyen insanları ayrı tutamazsınız. İlk örnekte, hadi denemediler daha diyelim, şartlarınızı da kabul etmişlerdi. Ama daha önce birlikte olmuşlarsa! İnsanların hata yapabilecekleri varsayımından yola çıkmanız gerekmiyor mu? Hatta dışarıdan bakan biri, bunu tam bir tarikat özelliği olarak görmez mi?

Gökhan:

Ben birlikte olamazlar demedim ki. Kararlılarsa, geriye dönüşsüz olarak bizimle ilişkilerini koparırlar. Onlara mutluluklar dileriz. Hatta bu son bizim amaçladığımız son.

Yine de ben, ilk seferde başarılamamışsa, ikinci denemenin %95 gülünç, zavallı ya da daha acı verici olacağını düşünürüm.

Öykü:

İkinci denemede evlenen arkadaşlarım oldu.

Gökhan:

Tabii ki, benim de. Ama onlarınki de dışa vurmadıkları bir panikten. Paniğe neden olan da daha iyisini bulamayacakları inancı. Sonuçta normal şartlarda kesinlikle vermeyecekleri ve kişilikleriyle kesinlikle uyuşmayan birçok taviz verdiler. Bunu da kimseyle konuşmazlar, her şeyi içlerine atarlar. Çünkü aksinin bir şeyi değiştiremeyeceğini bilirler. Karar kendilerinindir, katlanacaklardır.

Öykü:

(Yine düşünceli şekilde notlarını alır) Kusura bakmayın, aklımda takılı kaldı, biraz geriye döneceğim: Aslında birlikte olup, kafalarında çoktan ayrılmış kişilerden bahsetmiştiniz. Bu gerçekten dergide değinilmeye değer bir başka konu için ilham verdi bana: “Görünen medeni hayat istatistikleri ve altında yatan farklı gerçek” gibi bir başlıkta, özellikle Türkiye için çok ilginç bir konu olabilir.

Gökhan:

Sizde koku alma duyusu çok gelişmiş. Buna benzer bir konuda, uluslararası bir pazar araştırma şirketi ile birlikte yürüttüğümüz bir çalışma var. Sadece evli ya da ilişkileri en az 2 yıldır süren çiftlerle yaptığımız bir araştırma. Değişik analiz metotlarıyla insanların “ilişkiyi hissetme” derecelerini belirledik ve Türkiye için bir harita çıkardık.

Öykü:

Sonuçlarını biz de öğrenebilecek miyiz?

Gökhan:

Sonuçlarını söylemeyeyim de, bizi bu araştırmaya iten motivasyonumuzdan bahsedeyim. Modelimizi mükemmelleştirmek kapsamında Evrim Hanımın, örneğimizden yola çıkarak geliştirdiği “Alternatif Medeni Hayat Modeli İçin Alternatif Alt Toplum Gereklilikleri” adlı bir çalışması var. Bu çalışmanın bir bölümünde, aslında birçok kesim tarafından çekici görünebilen, ama modelimize dahil etmediğimiz olguları inceliyoruz: Aldatma, zina, metreslik ve ancak gelişmemiş ülkelerde ortaya çıkabilecek bazı orijinal fahişelik çeşitleri ve uygulamaları. Bunlar, ilginçtir, yüksek oranda evli insanların rağbet ettiği olgular. Yani hedef kitlemiz olmayan bir grup. Ama aslında, söylemesi ne kadar uygunsuz gelse de, rekabet içinde olduğumuz bir sistem bu.

Öykü:

Evet, kulağa antipatik geliyor. Peki, hedef kitleniz demişken, potansiyel üyeleriniz sizi nasıl buluyor?

Gökhan:

Sizin bulduğunuz gibi.

Bu, aslında gizli cemiyetlerdeki referans modeli. Gerçi sakladığımız öyle kutsal bir sırrımız yok ama...

Başka bir alternatif bulamadık. Eşimle önce kendi çevremizden başladık. Aynen sizin yazacağınız formatta dillendirerek: “Hani böyle bir şey olsaydı” diye anlatarak. Olumlu tepki verenlere fikrimizi açtık ve bu yolla 5 yıl içinde 400ü aşkın üyeye ulaştık. Herkes böyle bir sözde kurmacayı anlattı arkadaşlarına, tepkilere göre de bize yönlendirdi. Geldiklerinde bunun gerçek olduğunu halen bilmiyorlardı.

Öykü:

Gizli cemiyet lafına takıldım. Yaptığınızda yasadışı bir unsur mu var?

Gökhan:

Yaptığımızın yasadışlılığı konusunda değişik fikirler var. Ama tabii asıl sorun, daha önce de belirttiğim gibi, bunun tamamen yasal olduğu garanti olsa bile, gelecek toplumsal tepki. Biliyorsunuz kültürümüzde, cinsellik gizli kaldığı sürece inanılmaz şeyler görmezden gelinebilirken, birbirini seven ve bunu örneğin sadece el ele tutuşarak göstermek isteyen iki kişi ciddi sorunlar yaratabiliyor. Somut bir örnek vereyim, aile içi tecavüzlerin rekor düzeyde olduğu bölgelerde, tecavüze uğrayan kızlarımızın erkek arkadaşlarının olması akla bile getirilmeyecek bir düşüncedir.

Yaptığımızı eğitim seviyesi düşük kesime anlatamazsınız Onlar bizi sistematik metres çalıştıranlar ya da modern fahişeliğe özendirenler olarak anlar, ona göre de infaz ederler.

Öykü:

Bu fikrin nasıl ortaya çıktığını çok merak ediyorum.

Gökhan, Selin

Gökhan’ın dairesinin girişi. Kapı açılır, ikisi daireye girerler. Giriş, girişin yanında açık mutfak kapısı...

Gökhan: (Ayakkabıları çıkarırken.)

Sen içeride keyfine bak, ben sıcak su koyuyorum.

Mutfağa girer.

Selin:

Ben de en rahat yere kurulayım bari oldu olacak.

Gökhan: (Mutfaktan)

Kendi evindeymiş gibi davran.

Gökhan, Selin

Gökhan’ın salonu. Selin yürüyerek salona girmiştir.

Selin: (Kendi kendine.)

Al o klişe laflardan birini daha.

Gökhan: (Sadece sesi duyulur.)

Efendim?

Selin:

Bizim evimizmiş gibi mi hayatım?

Gökhan: (Sadece sesi duyulur.)

Mesela!

Kısa sessizlik.

Gökhan:

Hangi çaydan alırsın?

Selin:

Gingko biloba, peppermint ya da meyankökü.

Sessizlik.

Selin:

Çok mu eksantrik oldu?

Kısa sessizlik. Gökhan elinde tepsi ve kupalarla içeri girer.

Gökhan:

Hepsi de vardı desem.

Selin:

Ciddi misin? Hayatımın erkeği olmaya falan mı adaysın sen yoksa.

Gökhan:

Sözcükler ne kadar kolay çıkıyor ağzından...

Selin:

Beynimle ağzım arasındaki filtreyi çıkarttım.

Gökhan:

Öyle mi? Tamam. O zaman tam şu anda aklından ne geçiyor söyle bakalım.

Selin:

Bir soru.

Gökhan:

Yanıtını biliyor olabilir miyim?

Selin:

Yanıtını sadece sen biliyorsun zaten.

Gökhan:

Bu durumda tabii insan gayet merak eder soruyu. Alayım. Kaç puanlık?

Selin:

Puanı yanıtına göre alıyorsun.

Diyelim ki hiç gelmedim seninle buraya, şu anda burada değilim. Bir dahaki görüşmeye kadar, ki galiba Serdar’ın doğum gününden önce buluşulmayacaktı, yani tam 10 gün sonra... Arada beni arar mıydın?

Gökhan gülümseyip, kısa bir süre başka

bir yöne bakar, tekrar Selin’e döner.

Gökhan:

Tamam, ben de çıkardım o filtreyi. Neyse, o! Yanıt: Aramayı düşünür müydüm? Evet. Bunu yapar mıydım? Bilmiyorum. Daha önce de düşündüm, ama aramadım.

Selin:

Evet, grup içinde geçirdiğimiz bence o çok özel zaman dışında en ufak bir çaban olmadı. Sağ olsun ortak arkadaşlar ikimizi de çağırıyorlar her seferinde de, öyle görüşüyoruz.

Gökhan:

Sen?

Selin:

Ben ne?

Gökhan gülümser, yüzünde “hadi, anladın” ifadesi.

Selin:

Boş ver beni şimdi. Ya, seni sıkmıyorum değil mi? Yani daha ortada fol yok, yumurta yok, sorgu başladı demeni istemem de.

Gökhan:

Devam et, beyin jimnastiği oluyor.

Selin:

Tatlı yalancı.

Gökhan’ın yanağını okşar, çayından bir yudum alır.

Selin:

Şeye inanır mısın, yani ilk görüşte aşk değil de, karşındakiyle yaşlanmak ister misin, istemez misin, bunu önceden hissedebildiğine. Daha doğrusu başlarda bu duygunun gerekliliğine.

Gökhan:

Soruların bayağı can alıcı, bu sohbet nereye varacak çok merak ettim. Kısmen inanırım diyelim. Aslında bu düşüncenin son aylarda belirgin bir etkisi oldu medeni halime. Son bir yılda, önüme çıkan fırsatlarda aptala yatmam ve ilgili olduğunu gördüğüm kadınlarla bir ilişki başlatma girişimimin olmaması bu yüzden.

Selin:

Ne güzel söyledin, yani onlardan biri de benim örneğin. (Biraz alınmıştır.) Gizem’de kalacağımı söyleyip, senin arabanla gelmeyi ben istedim. Ancak o zaman yolunun üstü oluyordu. Kaldı ki Gizem’in bundan haberi bile yok.

Gökhan:

Hadi ya.

Selin:

Ya siz erkekler gerçekten çok şapşalsınız, ama bazen o kadar yakışıyor ki bu size. Aptala yatarken, aptal kalkıyorsunuz.

Tek eliyle Gökhan’ın yanağını tutar ve dudağından

çok kısa hafifçe öper. Gökhan, beklemediği bu hareket

karşısında, biraz afallar, ama hoşuna gittiği belli olur.

Gökhan:

“Woody Allen” öpücüğü!

Selin:

“Annie Hall” öpücüğü. Evet, Gizem’in haberi yok ve sen beni yukarı davet etmeseydin, ben sokakta kalakalacaktım senin arabanın uzaklaşmasını seyrederken. Gizem bu gece geç gelecek eve çünkü.

Gökhan:

Yani benimle bu sohbeti yapmak için bunca zahmet.

Selin:

Yok, aslında şu üstündeki gömleği yırtarak çıkarmamak için zor tutuyorum kendimi. Ama kendimi sana çok yakın hissettiğim için konuşmak istedim.

Gökhan ufak bir kahkaha atar, bir an bakışını

odada gezdirir, sonra tekrar Selin’in gözlerine bakar.

Selin:

Yani, aramızda bir çekim oluştu, ama birbirimizi birlikte yaşlanmak isteyeceğimiz kişiler olarak görmedik. “Evet, bu o işte” duygusu birkaç hafta içinde kaybolabilir, ama sonradan gelmez. Buna inanıyor musun?

Kısa sessizlik, Gökhan Selin’e bakarken artan hayranlığı

belli olur bakışından.

Selin:

Varmak istediğim noktayı anlıyor musun?

Gökhan: (Ayağa kalkar ve odada gezinmeye başlar)

Toparlamaya çalışayım; yanlışım varsa, düzelt: Birlikte olacağın adamla yaşlanabileceğini, onunla birlikte olmadan hissetmek istiyorsun, onun da aynı şeyi hissetmesini bekliyorsun. Bu şekilde yaşadığın, tek bir hafta bile sürse, ona ilişki diyebileceksin. Bir ilişki yaşadım diyebileceksin ve bu seni rahatlatacak.

Ama bunu hissetmediğin zaman, ilgili adamla geçireceğin, atıyorum bir yıl, zaten karşındaki için sorumluluk hissetmediğin için gerçek bir ilişki bile olmayacak.

Duraklar, yüzünde “onaylıyor musun” ifadesi.

Selin:

Dinliyorum, devam et.

Gökhan:

Benim bu konuda bir teorim var. Derim ki, yaşadığına -belki birliktelik burada ilişkiden daha uygun bir sözcük- “birliktelik” diyebilmen için, birlikteliğin bir yerinde karşındakini, doğacak çocuklarının annesi ya da babası olarak görebilmen gerek. Bak, senin gibi başında olması gerektiğini düşünmüyorum bu duygunun.

İlişkilerin oluşturduğu kimyaya inanırım, bazı ilişkilerin insanları geliştirdiğine. Yanlış insanlarla on ilişkide öğrenilemeyenlerin, doğru insanla öğrenilebileceğine. O durumlarda en uyumsuz sanılan insanların bile sivri huylarını yontup, uyumlu kişiler olabileceklerine.

Selin:

Kaç birlikteliğin oldu Gökhan?

Gökhan:

Bir.

Selin:

Azmış.

Gökhan:

Senin?

Selin:

İki.

Gökhan:

Çokmuş.

Sessizlik.

Gökhan:

Hani ilişkilerimizin o baştaki yoğun aşık olma haftalarında, karşımızdakiyle kendimizin 5-10 yıl sonraki halini hayal etmeye çalışırız ya bazen... Hani aşığız ya, bir de kabul etmesek de duygusalız... Kendimizi böyle görmeye zorlarız. Çok komik olur bazen kendimizi yakaladığımızda, “saçmalama lan” deriz kendimize, “bu insanla sen çocuk büyütmek istemeyeceksin”. Ama bazen uzun süre bu hayali yaşatırız. Bir çeşit zihin uyuşturucusu almak gibi. Onları saymak yok.

Selin:

Ben saymam onları da... Son durak olamayacağını düşündükleri insanlarla, senin örneğindeki gibi yıllar geçirenler var çevremde; hatta en beklemediklerim arasında bile. Ben bunu yapamıyorum. Kendimi veremiyorum. Üniversite yıllarında yapabiliyordum, en son da o dönemde oldu galiba bu. O zaman düşünmüyorsun çok. “Zamanın var, karşına daha neler çıkacak” diyorsun kendine.

Gökhan:

Kendini veremeyince de ilişkini duyurmak istemiyorsun. Yani gizli, saklı bir şekilde başlıyor, hatta o şekilde de bitiyor çok sık. Çünkü doğru kişi her an karşına çıkabilir, o sırada biriyle birlikte olsan da. Ama biriyle birlikte olduğun bilinmezse, zaman kaybetmeden, hemen ona odaklanabilirsin.

Selin:

İlişkinin kaçamaklı, gizli ve saklı olması kendimi veremememe ilk neden zaten.

Gökhan:

Evet, bu tür şeyler yorucu oluyor, beklenti ayarlamaları şaşıyor. Özdeşleşemeyeceğin bir sürü davranışın içinde buluyorsun kendini. Yaşananların yaşanmamış olmasını diliyorsun.

Selin:

Hiçbir vaat vermemiş olmana rağmen, beklentin karşındakinden az olduğu için kötü insan oluyorsun sonunda. Ayrıldıktan sonra bir sürü canlı bomba gibi görmeye başlıyorsun onları, şehrin bir yerinde rastlaşınca patlamasından korktuğun.

Gökhan:

Cinsellik yaşamamış olsan, çok iyi arkadaş olabileceğini bildiğin insanları kaybediyorsun. Önce arkadaş kalınabileceğini ispatlamak ister gibi arkadaşçılık oynuyorsun, sonra ya oyun onlara çok ağır geliyor ya da ne bileyim, yeni partnerlerinin rahatsız olacağından çekinip aramamaya başlıyorlar. Yatmışsınız ya, her an tekrar olabilir! Mantık bu.

Selin:

Gökhan... (Duraklama.) Bence biz çok iyi arkadaş olabiliriz, biliyor musun?

Gökhan:

Zihin okuma gibi yeteneklerin de mi var senin? Tam şu anda keşke erkek olsaydın diye geçirdim içimden.

Selin:

Niye? Benimle yatmak zorunda değilsin... (Şeytani bir gülümseme.)

Gökhan:

O zaman da önemli bir şeyi kaçırmışım duygusu beni gölge gibi takip edecek. Ta ki, daha uygun bir ortamda bu nasılsa gerçekleşene kadar.

Selin:

“When Harry Met Sally”...

Gökhan gülümser, göz kırpar. Kısa bir süre gözlerinin

içine bakar ikisi de yakın mesafeden.

Selin: Öte yandan tüm bunlar, senin bir, benim de iki kez içinden geçtiğim ateş kadar tahrip gücüne sahip değil, yanılıyor muyum.

Gökhan:

O konuyu hiç açmayalım istersen. İlişki içinde istemediğin karakterlere bürünmen, fail ile kurban, köpek ile canavar rolleri arasında gidip gelmen, camları çatlatacak bağrışmalar, evde uçuşan objeler, gözyaşı gölleri, özürler, özürleri geri almalar, bitmiş bir ilişkiyi aylarca uzatmalar, son sevişmeler olduğunu bildiğin hüzünlü sevişmelerde yok olmalar, ilişkinin içinde kaybolurken, herkesten ve her şeyden elini eteğini çekmeler, asosyalleşmeler. Sevgilinden ve kendinden umudu kaybetmiş olarak geçirdiğin dönem. O konuyu hiç açmayalım.

Sessizlik.

Selin:

Bu iş nasıl bitecek diye hiç düşünüyor musun Gökhan? Yani 30’umuzu geçtik şurada, bir ilişkimizi bile sürdüremedik. Belki sorun bizde, belki düzenin kendisinde. Belki de sadece şans. Ama yorucu. Ve kabullenmesek de hüzünlü.

Gökhan:

İlişkisini sürdürenleri de görüyoruz. Evliler! Kişiliklerini kaybedip, ortak amaçlara kurban olmuş, hayattaki amaçlarını bulamamış ya da ona inanmayanlar. “Simyacı”yı okumuş muydun?

Selin:

Aşk bir engeldir diyorsun.

Gökhan:

Hayattaki amacını bulamamış ve kendini gerçekleştirememiş herkes için öyledir. Dikkat et, bizim yaşımızda evli olanların hepsi böyle. Benim çevremde en azından.

Selin:

Hayattaki amacını bulmak, aşık olup kendini bırakmaktan bayağı, bayağı zor. İlki çoğu insanı korkutan bir şey, ikincisi ise bir sığınak çoklukla. İlkinden kaçış! Hayatın tamamen anlamsız olduğunu düşünmeyi engelleyen bir illüzyon.

Gökhan:

İlişki dediğin iltihaplı bir şey. Diğer türden yarım yamalak şeyler de boğazına kaçan balık kılçıkları.

Selin:

Bu iki ekstremin arasında bir alan olmalı. Bir formülü olmalı bunun. Huzurunu ve gururunu tadabileceğin, ama içinde sana kurulmuş tuzakları olmayan bir “birliktelik” türü.

Gökhan:

Bir çeşit ilişki simülasyonu yani. Ya hayatının adamı karşına çıkmıyor ya da birlikte olduklarını hayatının adamı yapamıyorsun. Bunun cezası aylarca, hatta yıllarca bir tenin sıcaklığından yoksun kalmak olmamalı! Daha yüzeysel insanlar hiç düşünmeden ve acılarını sadece ilişkilerin bitiminde tadıp, dünya nimetlerinden yararlanırken...

Selin:

Böyle bir ilişki nasıl simülasyon olmakla kalabilecek peki?

Gökhan:

Sence yürüyen bir ilişkiyi bozan ne? Genel anlamda yani! Tüm ilişkilerin bozulmasının ortak nedenleri var bence.

Selin:

Söylediklerini kafamdan geçirmekten düşünecek halim kalmadı, inan. Ben mola alsam kızar mısın? Hem hızını iyi aldın, gidiyorsun bak.

Gökhan:

Takip ediyor musun peki?

Selin:

Tabii tabii, sakın durma, ilgiyle izliyorum. Yalnızca katılamayacağım bu beyin jimnastiğine.

Gökhan:

Tamam, sorun değil. Bence iki neden var. Biri “şiddetli geçimsizlik” yönünde ilerleyen ilişkilerde taraflar arasındaki beklenti dengesinin bozulması... Bu genelde karşındakine tüm sorunlarının yükümlülüğünü vermek isteme ya da aşırı baskıcılık şeklinde oluyor.

Huzurun “monotonluk” sınırına dayanmaya başladığı ilişkilerde ise, “bütün hayatımı bu kadınla/herifle geçireceğim” düşüncesi. Sonucunda da yalnız kalmak isteme ve çokeşli eğilimler.

Selin:

Oldu olacak çöz bu düğümü “Büyük Türk Düşünürü Gökhan”. İdeal birlikteliği ilişki simülasyonun üzerinden tanımla artık.

Gökhan:

Çözüm bir ilişkiye baştan bir zaman sınırı okoymak.

Selin:

Ne? Yani diyeceğim ki, “Gökhan seninle bu işe giriyorum, ama 4 ay sonra beni yok bil, ona göre”, öyle mi?

Gökhan:

6 aya ne dersin? (Gülümseme)

Selin: (“Uyanır”. Ayağa kalkarak, oda içinde sağa sola giderek konuşmaya başlar.)

Bir ilişki içindeki iki kişi hiçbir zaman aynı anda ayrılmaz zaten. Biri mutlaka ayrılığı daha önce kafasına koymuştur ve bunu bir süre göstermemeyi becerir. Bunu karşısındaki bir süre sonra sezdiğinde, ona psikolojik baskı tuzakları kurar içgüdüsel olarak. Böylece ayrılık gerçekleşmiş, ama ayrılma süreci yeni başlamış olur.

Gökhan:

Sen önceki hayatında erkek miydin?

Selin:

Bunu iki taraf da böyle yaşar Bay Çokbilmiş Kadın Kurbanı.

Gökhan: (İstifini bozmadan devam eder.)

Sen ayrılmak istiyorsun. Birlikte olduğun kişinin bunu sezmeden önceki dönemi düşün. Ona karşı dürüst olmadığını düşüneceksin, ona yanlış bir umut verdiğini, her geçen gün onun beklentiler oluşturmasına neden olduğunu ve her yeni beklentinin onu daha da üzeceğini. Ciddi bir yük.

Sonra o iki gerçek birlikteliğini düşün... O kadar yoğun bir şey yaşıyorsunuz ki, bir yerden sonra davranışlarınız, sanki birlikteliğiniz hiç bitmeyecekmiş gibi şekilleniyor. Nasılsa, o seninle yaşlanacak ya, aranızda o çok özel şey var ya, sal gitsin. Bağır, çağır, incit onu, kör noktalarına iğne batır, zayıflıklarıyla dalga geç, hatalarını yüzüne vur ve onlara dev aynası tut...

Selin:

Bütün bunlar artık olmayacak, Gökhan. Çünkü 6 ay sonra her şeyin bittiğini bileceğiz, değil mi! Sen benim süper projem olacaksın.

Gökhan:

Ciddiyim, o çok kutsal birlikteliğinin biteceğine bir an ciddi olarak olasılık versen, sonradan utanacağın ve pişman olacağın o davranışları sergilemezsin. Bu arada, ben bizi düşünerek anlatmıyorum bunları, Selin.

Selin:

Aaa, olur mu, bu kadar güzel bir fikri önce biz denemeyeceğiz de kimlere deneteceğiz!

Gökhan gülümser. Kısa sessizlik.

Selin:

İstersen artık yatalım, sözleşmeyi sabah imzalarız. Ama bu beyin salatasından sonra seninle hiç sevişemem, bilesin.

Gökhan:

Ohoo, onun için 6 ayımız var daha. Hem sonu olduğunu düşününce, ilişkilerin klasiği olan sevişme dozundaki o azalmayı da yaşamayabiliriz.

Selin:

Yaşasın, desene 6 ay boyunca ilk hafta seviştiğimiz yoğunlukta sevişeceğiz. Daha güzel bir şey düşünemiyorum. Bu, ilişkilerin ilişkisi olacak, ama ne yazık ki sadece bir “ilişki simülasyonu” olduğu anlaşılınca güzellik tacı elinden alınacak.

Gökhan:

Sen var ya, hiç derin uyuma bence. Uyarmış olayım.

Selin:

Ooo, kendine güvenen bir adam. Uyaracak kadar da centilmen.

Gökhan: (Selin’i saçlarından yakalar.)

Burada olman çok güzel. İyi ki benden daha girişken çıktın. Belki de beklediğim buydu.

Selin:

Biliyor musun, ben de bir ilişki için çaba harcamaktan yorulmuştum. Gerçi girişken olan bendim, ama eve girdiğimden beri konuşma o kadar doğal aktı ki... Bir arkadaşım demişti, “bir ilişkide sürekli çaba harcadığını hissediyorsan, zaten yanlış olan bir şey vardır” diye[1].

Gökhan:

Selin, şu anda seni seviyorum desem çok mu saçma kaçar?

Selin:

Hmm, evet! Çok saçma kaçar!

Gökhan:

O zaman demeyeyim ben bunu bu akşam.

Selin:

Olur, ben sana hatırlatırım başka bir zaman.

Gökhan:

İyi olur, ben unutkanımdır. Ara sıra hatırlat. Hatta her hareketinle hatırlat. Bu akşamki gibi.

Selin:

Olabilir aslında, neden olmasın. Hem özel bir çaba da harcamam gerekmez. Anlaştık!

Gökhan, Selin’i belinden yakalar, alır ve omzunun

üstüne atar. Gökhan’ın dairesinin yatak odasına

giden koridoru. Sırtında Selin, karanlık koridorda

yavaş yavaş ilerler Gökhan. Konuşmalar sırasında

görüntüden kaybolurlar. Karanlık koridor kalır.

Selin:

Ara sıra bana sürpriz yapacaksın.

Gökhan:

Tamaam.

Selin:

Bir de çiçek severim. Öyle “en güzel çiçek dalındaki çiçek” muhabbeti yok...

Gökhan:

Tamaam.

Selin:

Hatta en geç 2. ayın sonunda beni sevgilin diye annen-babanla da tanıştıracaksın.

Gökhan:

O da oldu.

Gökhan: (Karanlikta bir yere çarpar.)

Aah...

Selin:

Yatağın sağı benim.

Gökhan:

Ya, burada kafamızı kırıyorduk, yatağın sağı benim diyor. Başladı nazlar. Dakika bir gol 4.

Selin:

Ohoooo, açılışı şikayetle yapıyorsun bakıyorum. 6 ay ya, sonra bitecek, ağlama hemen öyle.

FLASH-FORWARD Öykü, Gökhan

Öykü’nün Gökhan ile söyleşisi sürmektedir.

Öykü:

Her şey bir teori ve şakayla başladı yani. Peki 6 ayın sonunda ne oldu?

Gökhan:

İlişkimizi 6 ay daha uzatma kararı aldık. Her şey mükemmel gitmişti çünkü. iki yılı aşkın bir süredir birlikteyiz.

Öykü:

Hala sayıyor musunuz?

Gökhan:

Her yıl 2 yıl dönümü kutluyoruz. “Yarımyıl dönümü” yani. Ruh eşliliği, yüzük eşliliğinin çok üstünde bir mertebe. Herekese nasip olmaz.

Öykü:

Örnek çiftsiniz yani.

Gökhan:

Gibi... Üstelik bu konuda yalnız da bırakılmadık. Üyelerimizden ilk çifti bu yıl evlendirdik. İki çift de daha yolda. İnsanlar mutlu oldukları sürece istediklerini yapabilirler. Amacımız mutlu olmaları. Düzenli ilişki antremanları yaptırıp, uluslararası ilişki turnuvalarına katılmaları değil. Tabii evlenenler aramızdan ayrılıyor.

Öykü:

Sanırım netleşen bir resim oluştu kafamda. Çok teşekkür ederim bu söyleşi için.

Gökhan:

Biz teşekkür ederiz.

El sıkışarak kalkar ve çıkışa doğru yönelirler)

Gökhan:

Sizi de aramızda görmek isteriz, Öykü Hanım.

Öykü:

Bu konuda biraz daha düşünmek isterim.

Gökhan:

Tabii, acele etmeyin. Sonunda nasıl olsa görüşeceğiz gibi geliyor bana bu bağlamda.

Öykü:

Selin Hanımla da tanışmak isterim.

Gökhan:

Tabii ki, kendisi Evrim Hanım ile bir haftalığına Barcelona’da, “Kişisel Gelişim ve Alternatif Yaşam” konulu bir konferansa katılıyor.

Öykü:

Evet, daha uygun bir konu düşünemiyorum.

Gökhan, Kerem

İÇ. GÜNDÜZ. Alter-Native Kişisel Gelişim ve İnsan Kaynakları şirketinin toplantı odası. Emniyetten Kerem Bey sivil kıyafetlerle beklemektedir, sırtı dönüktür, camdan dışarıya bakmaktadır. Gökhan içeri girer.

Gökhan:

Hoşgeldiniz. Ebru Hanım geldiğinizi iletti, ama konuyu ona açmak istememişsiniz galiba. Beni de meraklandırdınız.

Kerem:

Evet, aslında randevü alıp gelmeyi yeğlerdim, ama yolumun üstüydü... Hemen konuya gireceğim; üyelerinizden Gözde Kiler Hanım birlikte yaşadığı Doruk Gökte’yi dün gece zehirlemiş. Suçunu inkar etmedi. Olayın gelişimini detaylarıyla anlattı, ama nedeni konusunda bize bilgi vermiş değil. Sadece bize sizin isim ve iş yeri bilgilerinizi verdi. Biz de tabii çok merak ettik, bir “kişisel gelişim ve insan kaynakları” şirketinin böyle bir cinayet ile nasıl ilişkilendirilebileceğini.

FLASH-BACK Selin, Evrim, Gözde

Alter-Native Kişisel Gelişim ve İnsan Kaynakları şirketinin toplantı odası.

Gözde’nin ruh hali kayıp, paranoyak ve panik atak meyilli.

Bu “flash-back” bir ekrandan görüntülenir, oynanmaz.

Gözde:

Ters bir şey mi söyledi...

Bardağından bir yudum su alırken titrediği belli olur.

Evrim ve Selin bakışırlar, endişeleri ifadelerinden okunur.

Gözde:

Ne söylememi bekliyorsunuz?

Evrim:

Gözde, bu buluşmalar bir rutin biliyorsun. Herkesle düzenli buluşuyoruz. Rahatla.

Gözde:

Sanki son zamanlarda biraz sık görüştük gibi geldi de. (Kesiklik ön plana çıksın diye görüntü bir an kararır.) Bir terslik varsa, bilmek isterim. (Görüntü tekrar kararır.) Yanlış bir şey mi yaptım? (Görüntü tekrar kararır.)

Gözde:

Sanırım en son üniversitede bu şekilde aşık olmuştum. Boston’da okuyordum, aynı odada kalıyorduk. Bir sabah kayboluverdi. Hiçbir şey söylemeden gidilir mi? Bence çözebilirdik sorunumuzu.

FLASH-BACK 1/2 Gökhan, Doruk

Alter-Native Kişisel Gelişim ve İnsan Kaynakları şirketinin toplantı odası.

Doruk:

Çocuklar dert etmeyin, bunu ben size gelmeden de yaşadım defalarca, kadın ruhu işte.

Gökhan:

Doruk, anlamıyorsun. Kişilik bölünmesi var diyorum. Tehlikeli bir durum diyorum.

Doruk:

Ya Gökhan, yaptığınız tüm bu çalışmalara saygım var da, kişilik bölünmesi kadın ruhunun özü be kuzum. Tutarsız olabilmek için bölüyorlar kişiliklerini, sonradan özkişilikte tekrar bir araya getiremeyecek şekilde. Bölünmüş kişilikler “Voltron©”u oluşturamıyorlar yani.

Gökhan:

Bak, Selin ve Evrim de Gözde ile konuştu. Kaydettik, seyrettim. Kadın sana takmış durumda Doruk. Yani ne bileyim, kişiliklerinden biri öyle en azından. Senin ondan ayrılmak isteyebileceğini düşündükçe, sinirleri geriliyor odada. Ben bir kaza çıkmasından korkuyorum. Kadından korkacaksın oğlum, hele alarmı çaldı mı!

Doruk:

Gökhan, abartıyorsun. Bir aydır bunu konuşuyoruz, kaldı bir hafta. Gün sayıyorum bak. Bir hafta sonra bitiyor, sonra “tak sepeti koluna, herkes kendi yoluna”.

Gökhan:

Bunu sen biliyorsun, o da biliyor mu?

Doruk:

Gökhan, sizin modelinizi ben mi size öğreteceğim. Bunu konuşmak yasak. Ayrıca 6 ay sınırlaması zaten beklenti oluşturulmaması için konmadı mı?

Gökhan:

Çok biliyorsun Doruk, lütfen bu kadar çok bilme. Beklenti oluşturmak insanın doğasının özü. Bu sınır, beklentinin yerine gelememesi durumuna hazırlıklı olunması için var.

Doruk:

Neyse işte... Ya biz neyi tartışıyoruz ki. Evden bir hafta erken ayrılıp ayrılmamamı mı? Komik bir durum ya, 5 ay 3 haftalık ilişki ve bunun son 2 ayındaki psiko-terörden sonra. İnan, artık bunu bir eğitim gibi görüyorum. Sabır eğitimim. Yalnız hani biteceği zamanı bilmek de çok rahatlatıcı, ayrı.

FLASH-BACK 2/2 Selin, Evrim, Gökhan

İÇ. GÜNDÜZ. Alter-Native Kişisel Gelişim ve İnsan Kaynakları şirketinin toplantı odası.

Gökhan:

Evrim Hanım, ne diyoruz bu duruma? Yalan makinemiz olan sistemimizi bile yanıltan bu hatuna? Nasıl aramızda kişilik bölünmesi olan biri olur ya? Nasıl sistem yakalamaz bunu?

Evrim, yanıt vermeden Gökhan’a bakar.

Selin:

Gökhan, sakin ol. Sinirlenmenin bu etapta bize bir yararı yok. Yapıcı olalım. Nedenini bilmek de önemli, ama önceliğimiz “bundan sonra ne olacak” sorusu.

Evrim:

Nedenini de incelemeliyiz, Selin. Tekrarlanmaması için önemli. Olay bir şizofreni ya da kişilik bölünmesi değil. Bu konuda bayağı deneyimi olan bir uzmanla çalıştık. Olay, kadının hayal dünyasının zenginliği. Her şeyi kafasında o kadar eksiksiz bir şekilde, istediği gibi tasarlamış ki, en ufak bir açık bile vermiyor. Örneğin boşandığı eski eşine aşık oluşu doğru değil. Üniversitede birlikte olduğu o Arjantinli çocuktan sonra kimseye gerçekten aşık olmamış. Ama kendini o kadar şartlandırmış ki, hem o dönemleri aşıkmış gibi yaşamış, hem de şimdi o dönemleri o şekilde hatırlıyor. Yani, anketlerde verdiği yanıtlara, yanıtları verdiği anda tüm kalbiyle inanıyordu. Oyunu, o Arjantinli çocuğun ona hissettirdiklerini Doruk ile tekrar yaşamasıyla su yüzüne çıkıyor. Panik atakların tetikleyicisi bu.

Gökhan:

Sen ne diyorsun Evrim ya? Bunun bilimdeki adı ne? Ne sıklıkta rastlanır bu olaya? Niye daha önce bu konuda hiç konuşmadık? (Kesiklik ön plana çıksın diye görüntü bir an kararır.)

Gökhan: (Kendi kendine)

Kadınlar, bir tek onlar becerir bunu zaten. Kendi kendilerine bir dünya kurarlar. Ne biri oraya girip hatalarını düzeltebilir, ne de inandıklarının doğru olmadığına ikna edebilir onları. Kadınlar!

FLASH-FORWARD Kerem, İsimleri verilmeyen Bazı Üyeler (14 kişi)

Alter-Native Kişisel Gelişim ve İnsan Kaynakları şirketinin toplantı odası.

Kerem odaya girer, videoları alete yerleştirir... Ekranın karşısında, rahat bir koltuğa yerleşir. Elinde uzaktan kumanda. Ekranda şirket arşivinde saklanan görüntülerden fragmanlar çıkar. Bunlar, kesik kesik de girebilir, tek parça halinde de. Kerem geçişlerde uzaktan kumandaya davranır.

Kadın 1:

“Aşka inanmıyorum muyum”? İnanıyorum da karşıma mı çıkıyor? En son 7 yıl önce aşık olmuştum. İnanmayana bile daha sık uğrar. Sonra, aşık olup hayatlarını birleştiren arkadaşlarıma bakıyorum. Bırakın aşkı, cinsellik bile görev ve sorumluluk bilinciyle yapılmaya başlanan bir aktivite olmuş.

Biri bana bu konuda açılmıştı hatta.

Kadın 2:

İş hayatında da rutinden sıkılmaz mıyız? Son on yılın en çok rağbet gören modellerinden biri “proje yönetimi” olmadı mı? Zamanla kısıtlı, öze odaklı, hazır teslim iş blokları. Neden özel hayatta da böyle olmasın? Neden ilişkilerimizi birer proje gibi yaşamayalım? (Kendiyle konuşur gibi.) Tabii, “o zaman arkadaşlıklar da proje olsun” demezler mi? Hmmm, iyi bir soru. Onlar öyle olmamalı. Allah Allah, ilginç.

Kadın 3:

... Neyse, hayatımın geri kalanında bir daha böyle bir ilişkim olmadı. Bakmayın, çevremdeki birçok kişi de benim gibi. Ama çevremde aşık olup, gözleri parlayanlara imreniyorum. İnsanın, birkaç kez yaşamaya hakkı var bu duyguyu. Şöyle yanındayken gurur duyacağın ve yalnızken bile hayran olacağın biriyle...

Erkek 1:

Sevmediğimiz işlerde çalışıyoruz, sevemediğimiz kişilerle birlikte oluyoruz, evlerimize sevmediğimiz objeler dolduruyoruz. Çok garip, kim zorluyor bizi? Aslında kimse. Akıntıya bırakmışız kendimizi. İnanın bu gruptaki herkesin en sevdiği on filmi arasında “Fight Club” vardır. Herkes hayallerinde Tyler Durden! Ne yapmış bu kahramanımız: Alternatif bir yaşamı uygulamaya geçirmiş!

E bakın Selin ile Gökhan’a, onların yaptıkları da bu zaten. Olanaksız görünen hayalleri gerçekleştiriyorlar. Ama hayalleri çok berrak ve inançları çok açık. Böyle şeyleri desteklemek gerek, bunlara saygı duymak gerek.

Erkek 2:

Sonra bir aydınlanma oldu. Dedim, oğlum, bu tür bir şeyi tekrar yaşayacaksın. Karşına öyle biri çıkacak ki, “hayatının kadını asıl bu” diyeceksin. Ama hayatının insanının karşına çıkması sadece sonucun yarısı. Ona hazır olmak da gerek. Hatta belki ancak hazır olmakla onu hayatının insanı yapıyorsun. Bir dahaki sefere hazır olmak için de, hatalar yapabileceğim ve bunları düzeltebileceğim ilişkiler yaşamam gerek. Spor kulübüne üye olmak gibi bir şey bence bu: Ruh sporu yapıyorsunuz. Sorumluluk sporu.

Kadın 4:

Bir yaştan sonra topluca başladı çevremdeki “panik evlilikler”. İnsanlar “evlenmek istiyorum” sinyalleri veriyordu, aracılar çıkıyordu, tanıştırılıyorlardı. Belli kriterlere uymaları yeterliydi, en başta eski seçiciliklerinden bol ödün. Çok azı birbirlerine yakışıyordu.

Ana-baba evinden çıkmak ve zaten yorucu olan iş hayatını, daha durgun olan özel hayatla dengelemek düşüncesi tetikliyordu herhalde onları.

Erkek 2:

Bizimkisi de bir çeşit “Fight Club”... Kavga etmiyoruz sadece... “Love Club”... Evet, çok yakıştı bu isim, bizimkisi “Love Club”... Aşk Kulübü...

Tolga-Erkek 3 (Ekranda kadın 5 ile gözükür.):

Şimdi soru geliyor “kendinizi denek gibi hissediyor musunuz” diye... (Kameranın arkasındakilere seslenerek.) Ne gülüyorsunuz, siz sordunuz! (Güler.) Denek! Şimdi baktığım zaman, eski hayatımda bir denekmişim ya. Bir sürü önceden belirlenmiş toplumsal ve ahlaki kural çerçevesinde, kısıtlı bir hareket alanında ulaşmaya çalıştığımız bir mutlu son var. Ama şartlar o kadar ters ki... Kesinlikle yanlış yerdeyim diyorsunuz. Burada kurduğumuz dünya çok daha bize uyan bir şey. Dışarıda... Bu kavram da çok komik ya: “Dışarıda, dışımızda, gerçek dünyada”... Neyse işte, orada insanların çok daha fazla deney hayvanlarına benzediğini düşünüyorum. Burada neysem oyum. Gizlilik, sır saklama, zorlama sohbet, yalan, entrika, içten pazarlık: Elveda!

Kadın 5:

Bir de “ilişki simülasyonları” lafı çok ağır bence... Tolga’nın da dediği gibi yıllarca yaşadıklarımız sanki öyle değil miydi? Buradakiler çok daha gerçek, bunu tüm içtenliğimle söylüyorum. Hatta Tolga’yla oturup geçmiş ilişkilerimizin bazı anlarını anlatıyoruz birbirimize... İnanın öyle gereksiz, gülünç, küçük düşürücü ve yakışmayan davranışları burada bulamazsınız.

Erkek 4 (Ekranda Kadın 6 ile gözükür.):

Ön eleme kriterleri ve prosedürü çok hoşuma gitti. Psikanaliz kısmı da. Bunlar çok önemli. Sevgilinle uyuşabilecek misin! Bu ilk aşk döneminde göremeyeceğin bir şey. Ama bilmek istediğin. Genelde kadınlardan gelmiyor mu “böyle olacağını bilseydim, hiç başlamazdım” sömürüsü... Al işte, artık biliyorsun...

Kadın 6:

Uyum için falcıya ya da astrologa gitmekten çok daha iyi. Düşünsenize bu saydıklarım ciddi birer sektör bu ülkede! Sadece umut dağıtıyorlar. Burada ise somut bir şey var elinizde.

Erkek 4:

Ön eleme lafına geri dönecek olursak: Biz zaten aile eğitimi, öğrenim ve dünya görüşü olarak İstanbul’da 20.000 ila 40.000 kişilik bir adayız. Sadece birbirimizi paklayacak bir ada... Buradaki olay, o adanın insanlarını bir araya getirmek. Onları tanıştırmak, buluşturmak.

Kadın 6:

(Söze dalar.) Kilit nokta da bu zaten. Günlük koşuşturmalarımızda kaç yeni kişiyle tanışabiliyoruz ki? Kaçı bizim açımızdan ilginç oluyor... Bu sayı daha yüksek olsaydı, belki her şey çok başka olurdu.

Erkek 4:

Canım, bu olayın çıkış noktası da o zaten bence: Bu insanları bulalım ve bir araya getirelim.

Erkek 5:

Şunu da kabullenmek gerek: Buraya geldim, çünkü beceremedim. Bu yaşıma geldim ve bildiğim yollarla yapamadım. Mutlu ve huzurlu bir ilişkiyi sür-dü-re-me-dim. Bunu kabullendikten sonra, bu sisteme daha güzel teslim oluyorsunuz.

Doğu felsefesine dönenlerdeki erdem de bu. Yapamadım kardeşim! Mutlu olamadım işte. O zaman daha derine dalabiliyorsunuz.

Erkek 4:

“Degrees of seperation” diye bir kavram var, ayrılık derecesi de diyebiliriz. Dünyadaki herkesin birbirini belli sayıda insan üzerinden tanıması teorisi. Bu insan sayısı, yani ayrılık derecesi İstanbul’daki ortamlarımızda çok düşük, hatta bence 1 ile 2 arası. Yani burada herkes birbirine 1 ya da 2 ortak tanıdık üzerinden ulaşabilir...

Kadın 6:

Evet, bu konuyu konuşmuştuk. Aslında bol bol buluşma, tanışma ortamları yaratılsa herkes sistematik bir şekilde müthiş bir potansiyeli kullanmış olur zaten.

Erkek 4:

Yani isterdik ki arkadaşlarımız aracı olsun tanışmalara, ama olmuyorlar. Değişik nedenlerden, en başta da atalet ve gizli bir kıskançlıkla karışık sahiplenme duygusu...

Kadın 6:

“İnatla tanıştırılmayan arkadaşlar”... Dikkat edin, birkaç istisna dışında herkesin arkadaşları arasında kopukluklar vardır, birbirlerini tanımazlar, birbirleriyle tanıştırılmazlar.

Erkek 6:

Hiç kimseyle birlikte olmasam bile, alternatif bir sosyal hayat bu benim için, hatta arkadaş çevremin ağırlığının bu takımdan insanlara kaydığını söyleyebilirim. Birlikte müzik yaptığım, tenis oynadığım insanlar. Özel buluşmak ne de olsa sadece karşı cinslerde yasak.

Kadın 7:

Her şey sonlu. En romantik Hollywood filmini ele alalım: Hiç bir film “mutlu son”dan 4 yıl sonrasını göstermiyor... Eee, bunlara ne olacak 4 yıl sonra! Tabii ki birlikte öyle sonsuza kadar mutlu bir hayat geçirmeyecekler. Onu en son anne-babalarımız yapıyordu, o da zorunluluktan.



[1] Tşkkrlr Melis E.

1 yorum:

ata özev dedi ki...

epostama geliyor mu, deneme